Bizim Karnemiz


Bir çocuk karnesiyle eve geldiğinde sadece onun başarı ya da başarısızlığını göstermez o yazılan rakamlar. 
O yüzden kendinizi de işin içine katıp, gönül rahatlığıyla "karnemizi aldık" diyebilirsiniz anne babalar. 

Anne babalar olarak biz, çocukların başarılarına ortak olmayı çok severiz zaten.
İyi bir karne ya da başarılı bir sınav sonucunda kendi payımıza düşeni itiraz etmeden alırız.
Özel ders aldırmışızdır, oturup masaya beraber çalışmışızdır, dershanelere taşımısızdır, eve misafir bile çağırmamışızdır, dikkati dağılmasın diye yemeğini meyvesini çalışma masasına getirmişizdir..
Yani söz konusu başarıysa mutlaka payımız vardır.

Ama çocuk istenilen başarıyı gösteremediğinde, o zaman kaçak oynamaya başlarız.
Bütün sorumluluğu çocuklara yıkarız. 
"Çalışmadın, oyun oynadın hep, ben sana dedim bilgisayarın başından kalk diye, günü gününe tekrar etmezsen, bol bol test çözmezsen böyle olur demedim mi?"
Bu söylenmeler o an içinizi boşatmanızı sağlasa da pratikte hiç bir işe yaramaz.
Çocuklar söylenerek, eleştirerek, kızarak, bağırarak söylediklerimizi çoğu zaman duymaz bile.
Bakın bırakın içselleştirmeyi, vicdani muhasebe yapmayı duymaz bile.
Öyle bağırıp çağırarak üzerinize düşen sorumluluktan da kurtulamazsınız üstelik.
Eğer ortada bir başarısızlık varsa, anne baba olarak bizlere de pay düşüyor..

Her şey bir yana, eğitim sistemi ve sınavlar üzerine söylenecek çok şey var aslında.
Gerçek becerileri tespit etmekten uzak notlama sisteminin, birkaç saate sıkıştırılmış sınavların çocuklarımızın gerçek yeteneklerini ortaya çıkarmadığı aşikar.
Ama ortada bir gerçek var. Eğer çok radikal bir hamleyle çocuğunuzu evde kendiniz eğitmeye karar vermeyecekseniz, bu sistemin bir parçası olacaksınız demektir.
O yüzden sadece eleştirmek yerine, çocuklarımız için mevcut sistemde en iyi şartları sağlamak da bize düşüyor anne babalar.

Karne günü geldiğinde neler yapacağımızı konuşacağız elbet ama önce biraz daha geriye gitmek gerek. Sağlam temellere oturmuş bir anne baba çocuk ilişkisi varsa eğer, bunun çocuğun okul başarısı dolayısıyla da karne günü üzerinde olumlu etkileri var çünkü.

1. Çocuğunuza sevginizi ve ilginizi koşulsuz gösterin. Hem başarısında hem başarısızlığında.

Çocuklarımıza belki şımarırlar korkusundan, belki de nasıl yapacağımızı bilmediğimizden sevgimizi yeterince göstermiyoruz. Ya da fark etmeden sevgimizi belli kriterlere bağlıyoruz.
Başarıya öyle odaklanmışız ki, sanki başarısız olunca artık sevmeyecekmişiz gibi bir mesaj veriyoruz çocuklara farkında olmadan. Bu gerçek değil elbette. Ama buna inanan bir çocuğun anne babasının sevgisini kaybetmemek adına kendini ne kadar zorlayacağını ve bu durumun çocuğu ne büyük bir strese sokacağını tahmin edemezsiniz.
Ya da sadece başarısızlıklarında anne ve babasının doğrudan kendisine odaklandığını keşfeden bir çocuğun, olumsuz da olsa bu ilgiyi üzerinde tutabilmek için bile bile başarısızlığı seçtiğini biliyor musunuz?
O yüzden çocuklarımıza "her ne koşulda olursa olsun, onları desteklemek ve sevmekten vazgeçmeyeceğimiz" mesajını çok net olarak vermemiz gerekiyor. 

2. Çocuğunuzun derslerine değil mutluluğuna odaklanın. 

Siz çocuğunuzla sohbet eder misiniz?
Edersiniz elbette.
Örneğin okuldan eve geldiğinde ya da akşam siz işten eve döndüğünüzde.

-Okul nasıl geçti canım?
-Tahtaya kalktın mı hiç?
-Öğretmenin ödevini beğendi mi?
-Sınavdan kaç aldın?

Bunları soruyorsunuz, soruyoruz.
Ve bunu sohbet sanıyoruz.
Oysa bu yaptığımız sohbet değil, sorgulama.
Hemen kendinizi çocuğunuzun yerine koyun.
Her gün işten geldiğinizde biri karşınıza geçip sorsa,

"Toplantın nasıldı?"
"Bugün önemli bir imza attın mı?"
"Patronun seni tebrik etti mi?"
"İkramiye alabildin mi?

İşte durum bu kadar net.
Sohbet etmek istiyorsanız çocuğunuza gününün nasıl geçtiğini sorun, kendisini nasıl hissettiğiyle ilgilenin, arkadaşlarıyla neler yaptığını, sadece derslerde değil, teneffüslerde nasıl zaman geçirdiğini merak edin, o gün ilginç bir şey yaşayıp yaşamadığıyla ilgilenin.
Çevrenize bakın.
İşinde başarılı, yüksek maaş alan ama bir ortama girdiğinde "günaydın" demeyi bilmeyen insanlar yok mu etrafınızda?
Şimdi soruyorum size, çocuğunuzun böyle bir insan olmasını ister misiniz?

3.Çocuğunuzla zaman geçirin. 

"Kaliteli zaman" kadar çok kullanılan ama hala anlamı anlaşılmayan bir kavram yoktur herhalde. 
Çocuğunuzla televizyonun karşısında oturmak, bilgisayar oyununda kapışmak, avm'ye gidip mağaza gezmek kaliteli zaman geçirmek değildir!
Oyun oynayın. 
Açık havada gezin.
Beraber spor yapın ya da sadece yürüyüşe çıkın.
Resim yapın, enstrüman çalın, mutfağa girin, yemek yapın. 
Uzun lafın kısası, birbirinize odaklanarak, birbirinizi keşfederek zaman geçirin. 

Bunları zaman kaybı olarak görmeyin sakın.
Okuldan gelen ve gün boyu bilgi bombardımanına tutulmuş bir çocuğu hemen dersin başına oturtmaya çalışmak hatadır. 
Dinlensin diye televizyonun karşısına kurulmasına ya da bilgisayar oyunlarına gömülmesine izin vermek de hatadır.
Doğru olansa çocuğun zihnini boşaltmasına yardımcı olmaktır. 
Yani bu kaliteli zamanlar çocuğunuzun ders başarısını artıracak, unutmayın. 

4. Çocuğunuza sorumluluk vermekten kaçınmayın ama sorumluluklarla da boğmayın.
Çocuklar çok küçük yaşlarda bile, gelişim özelliklerine uygun sorumluluklarla tanışabilir ve bunun altından kalkabilirler.
Okul çağına kadar annesi tarafından evin içinde elinde tabak geze geze beslenen ya da üstü başı hep bir yetişkin tarafından giydirilen çocuk okula başlayınca bir anda derslerinin, ödevlerinin sorumluluğunu nasıl tek başına alsın ki? Alamaz.

İşte böyle durumlarda her defasında çalışma masasına anne ya da babasıyla oturmaya başlar ve bu alışkanlık bir kez yerleşirse bırakması da zor olur.

Çocuklara sorumluluk verirken ipin ucunu da kaçırmamak lazım. 
Her işin fazlası zarar. 

Gelelim karne gününe..
Çocuğunuz düşük notlarla eve geldiğinde; 

-Önce başarılı olduğu dersleri gözden geçirin. 

"Ver bakalım hangileri zayıf" diye başlayan bir cümle çocuğunuzla aranıza uzun, kalın bir duvar örer. 
Üstelik bir hata yaptığını bilen çocuk, sizden duyacağı azarı bunun bedeli olarak görür ve herhangi bir iç muhasebe yapmaya gerek duymadan konuyu kapatır. 
Oysa biz çocuğumuzun yaptığı hatayı gerçekten anlamasını ve kendi kendine bir çözüm bularak bir daha tekrarlamamasını isteriz. 
İşte bu yüzden iletişim kanallarımızın açık kalmasını sağlamalıyız. 
Her insan takdir görmeyi sever, siz de bu şekilde başlayın değerlendirmeye. 
Karne kırıklar içinde olsa bile başarılı olduğu bir noktadan yakalayın. 
"Türkçe notun gayet iyi, önemli de bir ders, demek ki bu konuda elinden geleni yapmışsın" 
Daha önceki tavrınız bu değilse çocuğunuz da şaşıracak ve belki ilk defa sizi gerçekten dinleyecek. 

-Başarısızlıklarla ilgili tespitleri siz yapmayın, sorun!

"Yapmadın, çalışmadın, ben sana dedim, dinlemedin"
Unutun bu cümleleri. 
Çocuğunuzun yerine düşünmeyin.
Onun yerine konuşmayın.
Bırakın o düşünsün ve konuşsun. 

"Ben senin matematikte de iyi olabileceğini düşünüyordum, sence neden sonuç böyle oldu?"

Belki ilk anda bahaneler üretebilir.

"Öğretmen bana kafayı taktı, sınav günü hastaydın yapamadım"

Sinirlenmeyin ve sorgulamaya devam edin. Kendi hatasını kendisinin keşfetmesini istiyoruz. Biz damgalamıyoruz, yargılamıyoruz.

"Sence tek neden bu mu? Sen elinden geleni yaptığını düşünüyor musun?"

Bugüne kadar öz eleştiri yapmamış, sürekli etiketlenmiş çocukların tıkandığı noktadır bu. 
Düşünmesi için zaman tanıyın.
"İstersen odana git ve biraz düşün sonra bu konuşmaya devam edelim" 

Ve mutlaka arayı çok açmadan konuşmaya devam edin. Sorularınızla çocuğu yönlendirin. Sonunda yaptığı hataları kendi kendine tespit etmesini sağlayın. 

-Bir sonraki aşama; tatili planlamak. 

Öyle bol keseden cezalar atmayın. 
"Sana tatil boyu oyun yok, televizyon yok, bilgisayar yok, bütün derslerini düzelteceksin."
Uygulayamazsınız. 
Uygulamayın da zaten. 
Bu çocuk derslerinde başarısız olmuş olsa bile, her gün kalkıp okula gitti mi, öyle ya da böyle bir emek harcadı mı, o zaman her insan gibi onun da dinlenmeye hakkı var. 
Gerçekçi beklentilerle ve bütün aile birlikte yapın tatil programınızı. 

"Bu dönem sorumluluklarını yeterince yerine getirmemişsin anlaşılan, dolayısıyla bu tatilde bunları telafi etmen de gerekecek" diyerek alın elinize kağıt kalemi, birlikte bir program yapın. 
Ve bu programa çocuğunuzun dinleneceği, sevdiği aktiviteleri yapabileceği, oyun oynayabileceği zamanları eklemeyi de unutmayın. 

-Seçenek sunun. 

Onu yapamazsın, bunu yasaklıyorum demek yerine kendi cezası konusunda bile çocuğunuza söz hakkı verin.

"Malum bir dönem boyu ders çalışman gereken zamanlarda televizyon izledin ve bilgisayar oynadın. Şimdi de bu sürelerden kısarak eksiklerini gidermen gerekecek. Sen hangisini tercih edersin?"

Tabi ki isyanlar olabilir. 
Siz kararlı, net ama uzlaşıya açık bir tavır takının, çocuğunuz da isyan ya da ağlamalarla sizin tavrınızı değiştiremeyeceğini bilsin. 
Aksi halde "beni kimse anlamıyor" yakarışlarından başka bir şey olmaz elinizde. 

-Programa sadık kalın. 

Bunca emek verip bir program çizdikten sonra iki günde ipin ucunu kaçırmayın. Taviz vermeyin. 
Zaten bu sonuç gösteriyor ki, dönem boyu siz de söylenmek, "karne gelsin göreceğiz" demekten öteye gidememişsiniz. 
Aynı hataya tekrar düşmeyin. 
Söylenmek, bağırmak, çağırmak sonuç üzerinde olumlu bir etki sağlamıyor görmüş oldunuz zaten, seçenekler sunarak, çocuğunuza kendi hatasının bedelini ödetmeniz gerekiyor.
Örneğin programladığınız sürede ders çalışamadıysa o gün, eksik kalan süreyi bir günde ya da birkaç güne bölerek tamamlamasını sağlayın. 

Bunlara dikkat etmeniz işleri kolaylaştırır elbet ama hepsinden daha önemli bir nokta var. İzin verin de çocuğunuz bu yaz doya doya 'çocuk' olsun. Oynasın, gülsün, gezsin, tozsun. Elbet yetenekleri çerçevesinde yönlendireceksiniz ama ipin ucunu kaçırıp da kurstan kursa sürüklemeyin artık şu evlatları. Sadece sokakta oynamanın tadını da alsın bu nesil. İlla bir yere götürecekseniz, ormana(tabi hala bulabilirseniz) götürün arada, bırakın ağaca tırmansın, bir kamlumbağa, bir kirpiyi canlı canlı görsün! 

Son olarak bir de işin diğer boyutu var, değinmeden bitirmeyelim. 
Çocuk başarılıysa her şey daha kolaydır. 
Oysa anne baba olarak bu konuda da dikkat etmemiz gerekenler var. 
Başarıları takdir etmek konusunda aşırıya kaçarsanız, çocuk bu ilgili sürdürebilmek adına sürekli başarılı olması gerektiğine inanabilir. 
Ve en iyi olmak için aşırı çaba, insanı, hele de bir çocuğu çok yorabilir. 
Sadece başarıya odaklı insanlar en ufak bir aksilikte yıkılır, hatadan ders alıp yeniden yürümeyi çoğu
zaman beceremezler.
O yüzden en baştan kendimize sorup yolumuza öyle devam etmeliyiz,
Çocuklarımızı sadece başarılı birer yetişkin olarak mı görmeyi isteriz?
Yoksa elinden geleni yapan ama her şeyden önce mutlu bir insan mı?
Karar sizin..

Psikolog Irmak Gürcan Kerimoğlu 



Çocuğunuz Konuşmuyor mu?

Anne baba olarak heyecanla bekleriz minik bebeğimizin ağzından çıkacak ilk kelimeyi..
"Anne" mi diyecek, "baba" mı.. Yoksa "mama" mı.. Belki de "dede".. 
Biz anneler genellikle çok da şanslı değiliz bu konuda, "b" "d" ve "m" haflerini daha kolay söyleyen bebeklerin ilk tercihi ya "baba" ya "mama" oluyor çoğunlukla..

Çocuğumuz büyürken onunla beraber gelişiyor konuşma yeteneği de, kendiliğinden gibi görünür ama aslında çevreyle birebir ilişkili bu gelişim.
Bazen de aksamalar oluyor.
Çocuğumuz o ilk kelimeyi ya da cümleyi bir türlü söyleyemiyor.
Aile büyükleri, eş dost "Bekle nasılsa konuşacak, o zaman da sussun isteyeceksin" diyor,
"Zaten babası ya da annesi de geç konuştu" mazeretlerini duymaya başlıyorsunuz. 
Hele bir de bebeğiniz erkekse hiç endişelenmeye gerek yoktur çevreye göre, çünkü erkek çocuk zaten geç konuşur.
Peki ne zamana kadar beklemek gerekir?
Bu bir problem midir?
Zamanı gelince kendi kendine konuşmaya başlar mı ya da anne baba olarak bir şeyler yapmanız gerekir mi?

Söz konusu konuşma becerisi olunca sorulacak çok soru var. Ama önce geç konuşma ve konuşma bozukluklarının tanısını yapmak en doğrusu.

-Gecikmiş konuşma:  ,
En baştan kabul edelim, her çocuk biriciktir. Tıpkı diğer temel becerilerde olduğu gibi konuşma söz konusu olunca da her çocukta farklılıklar görmemiz normal. Kimi daha erken başlar kelimeler kullanmaya kimi daha geç. Aynı yaşta çocuğu olan iki annenin belki de birbirlerine ilk sorusu oluyor; "sizinki konuşmaya başladı mı?"
Ama yapmayın çocukları birbirleriyle kıyaslayarak çıkarımlar yapmaya çalışmayın. Kendi çocuğunuzun gelişimini takip edin ve onu sadece kendi becerilerindeki ilerlemelere göre değerlendirin.
Tabi bunu yaparken bazı kriterleri göz önünde bulundurun.  
İki yaşını bitirdikten sonra, bir çocuk hala birkaç kelime söylemiyor, kısa cümleler kurmuyorsa, o zaman konuşması gecikmiş demektir.


-Artikülasyon bozukluğu:
Çocuğun “r”, “b”,”k” gibi sesleri yanlış çıkarması, mesela “araba” yerine “ayaba”, “abla” yerine “abya”, “kapı” yerine “tapı” demesi bu bozukluğa örnek.
Önce sevimli gelir bu konuşma tarzı anne baba ve çevreye. Taklitler yaparak, tekrar tekrar söyleterek fark etmeden pekiştirilir bu konuşma bozukluğu. Ancak yıllar ilerledikçe kelimeler düzelmezse anne baba endişelenmeye ve daha önce sevimli bulduğu bu durumu eleştirmeye başlar.
Eğer çocuk dikkat çekmek için yanlış telaffuz yapıyorsa bu değişken tepkiler kafasını karıştırır.
Yok eğer ağız ve diş yapısındaki anormallik gibi fizyolojik bir bozukluk ya da motor becerilerde bir yetersizlik varsa çocuğun konuşmaktan çekinmesine hatta içe kapanmasına neden olabilirsiniz.
O yüzden en baştan bu konuya hassasiyet göstermekte fayda var. 

-Kekemelik: 
Çocuklarda çoğunlukla 2-5 yaş döneminde ve birden bire ortaya çıkabilir. Bazı uzmanlar kalıtımın etkisini savunur ama özellikle çocukluk dönemi kekemeliğinde psikolojik nedenler ön plana çıkıyor. Hatalı anne baba tutumları, yaşanan travmatik bir tecrübe, anne ya da baba kaybı gibi çocuğu kaygılandıran ve strese sokan durumlarda kekemeliğe neden olabiliyor.

Şimdi gelelim neler yapmamız gerektiğine..   

Öncelikle çocuğunuzda geç konuşma ya da konuşma bozukluklarından biri görülüyor olabilir, hemen panik yapmayın.
Okul öncesi dönemde her 10 çocuktan birinde konuşma bozukluklarından biri görülüyor.
Tabi bu boş verin gitsin demek de değil.
Çok yüksek bir ihtimal olmasa da çocuğunuzun ileri düzey bir konuşma bozukluğu yaşamaması için eğer ihtiyaç varsa bir uzman tarafından tedavisi yapılmalı.

İşin bir diğer boyutu da az önce değindiğim sosyal uyum üzerindeki etkisi. Konuşmada güçlük yaşayan ve kendisiyle dalga geçileceğini düşünen ya da bu durumu tecrübe eden çocuk sosyal ortama uyum sağlamakta ve yaşıtlarıyla iletişim kurmakta güçlük çekiyor. Sonrasındaysa çeşitli sosyal fobilerin ortaya çıkma ihtimali artıyor.
Dolayısıyla kendi kendine geçer anlayışı çocuğa fayda sağlamıyor.

Eğer danıştığınız uzman sizin için bir tedavi programı uygun görürse en önemli noktanın sabır olduğunu unutmayın. Dünden bugüne mucize beklemeyin.
Konuşma bozukluklarının tedavisi anne,baba,çocuk ve uzmanın dahil olduğu uzun bir süreç. sonuç alabilmek için sabırlı ve tutarlı adımlarla sonuna kadar yürümek gerekiyor. Çoğu zaman anne baba gördükleri ilk iyileşmede tedaviyi yarım bırakıyor ama bu durumda geri dönüşler olabiliyor.

Bahsettiğim tablo daha ileri vakalar için geçerli.
Herhangi bir gecikme ya da bozukluk olmasa dahi anne baba olarak, çocuğunuzun sağlıklı dil gelişimi için yapmanız gerekenler var elbet. 

-Çocuğunuzla her fırsatta konuşun!! 
Masal anlatın, kitap okuyun, oyun oynayın. Okul öncesi dönemde bir çocuğun en önemli rol modeli anne babası yani sizsiniz. Siz çocuğunuzla konuşurken ne kadar çok ve farklı kelime kullanırsanız, çocuğunuzun kelime dağarcığı o kadar genişleyecek.

-Yaşıtlarıyla zaman geçirebileceği fırsatlar yaratın. 
Günümüzde çocğu çocuk bir apartman dairesinde, anneanne, babaanne ya da bakıcı eşliğinde başka kimseyi görmeden geçiriyor günlerini. Ama unutmayın, çocuğun yaşıtlarıyla beraber vakit geçirmesi konuşma hevesini artırır ve pratik kazandırır.

-Çocuğunuzu konuşmaya teşvik edin ama zorlamayın.
Bazı anne babalar her şeyi çocuklarının yerine yapar. Cümlesini bitirmeden tamamlar, eliyle ya da gözüyle işaret ettiğini ikiletmeden verir. Bunun adı aşırı koruyucu kollayıcı tutum. Her şeyde olduğu gibi koruma-kollamada da aşırıya kaçmak ne size ne çocuğunuza fayda sağlar. Çocuğunun hayatını kolaylaştırdığını zannedersiniz ama aslında gelişimini engellersiniz.
Çocuğunuzu yaşına uygun beklentilerle cesaretlendirin. 

- Çocuğa çok yüklenmeyin.
Tıpkı aşırı koruyucu olmak gibi çocuğa yaşını ve gelişim özelliklerini aşan beklentilerle yaklaşmak da doğru değil. Sürekli tekrarlaması için kelimeler sıralamak, söylemesi için zorlamak çocuğun erken konuşmasını sağlamaz. Çocuklara bir şeyleri öğretmek için yaklaşmayın,  vermek istediklerinizi oyunların, masalların, sohbetlerin içinde verin. İşinizin ne kadar kolaylaştığına siz bile şaşıracaksınız.

-Çocuğu gün boyu televizyon karşısında bırakmayın. 
Eğer anne baba olarak siz çalışıyorsanız, çocuğun bakımını üstlenen kişiye de çocukla mutlaka zaman gecirmesini, konuşmasını tembihleyin. Televizyondaki eğitici programlar sizin çocuğunuzla paylaşacağınız vakitler kadar yararlı olamaz.
Gün içinde az ilgi gören ve az konuşulan çocuklar çoğunlukla konuşmada çok geç kalıyor.
Vakit mi yetmiyor?
Unutmayın hiçbir ev işi çocuğunuzun gelişiminden daha önemli olamaz. İşler için ayırdığınız zamanlardan kısın, çocuğunuzla vakit geçirin. Bu kadar net.  

-Hatalı kelimelerin üzerinde durmayın. 
Anne babaların en sık yaptığı yanlışlardan biri de çocuğun hatalı kelimelerine aşırı ilgi ya da tepki göstermek.
Anne baba hatalı söylenen kelimeyi sempatik bulur, çocuktan tekrarlamasını ister hatta kendisi de o şekilde telaffuz ederse çocuk ilgiyi sürdürmek için hatalı söylemine devam eder. Kelime o şekilde yerleşir. Sonra sizin küçük kızınız/oğlunuz arkadaşları arasında konuşması konusunda alay konusu olursa neye uğradığını şaşırır. Anne babası hep gülüyorken arkadaşlarının dalga geçmesine anlam veremeyen çocuk ya saldırganlaşır ya içe kapanır.

Anne babasından hataları konusunda aşırı tepki gören çocuklar da çoğunlukla kendini geri çeker. Azarlanmamak için mümkün olduğunca az konuşmaya hatta daha az iletişim kurmaya başlar.

En sağlıklı anne baba tutumu çocuğun konuşma sırasındaki hatalarının üzerinde durmayan başarılarını ise destekleyen anne baba tutumudur.

-Çocuğu damgalamayın. 
"Sen neden konuşmuyorsun bak arkadaşın ne güzel anlattı derdini.."
"Koca çocuk oldun hala beceremiyorsun şu kelimeyi söylemeyi"
"Durma, takılma, derin bir nefes al, şimdi kekelemeden devam et bakalım"

Bu eleştirileri, uyarıları unutun!
Yardımcı olduğunuzu zannederken çocuğunuzu daha fazla strese sokmak istemezsiniz herhalde. Sadece cümlelerinizle değil, haliniz tavrınızla da çocuğu telaşlandırmaktan kaçının.
Önce siz sakin olun.
Çocuğun dudaklarına değil, gözlerine odaklanın.
Onun yerine cümlelerini tamamlamaktan kaçının.
Derdini anlatması için ona zaman tanıyın.
Yani uzun lafın kısası;
Sabırlı olun!!

-Çocuğunuza her fırsatta sevginizi gösterin.
Çocuklar başarısız olduklarında en çok anne babalarının sevgisini kaybetmekten korkarlar. Konuşma bozuklukları beraberinde güven sorunlarıyla gelebilir. İşte bu nedenle çocuğunuza sevginizin onun başarılarıyla bağlantılı olmadığını, onu her koşulda destekleyip seveceğinizi gösterin. Dikkat ettiyseniz söyleyin demedim, gösterin. Çocuklar sözlere değil, davranışlara bakar ve inanırlar.



Psikolog Irmak GÜRCAN KERİMOĞLU