Kim Korkar Kreş'ten..

O kadar çabuk büyüyorlar ki..
Daha dün gibi kollarınıza verdikleri o ilk an, şimdiyse ilk Kez siz olmadan yürüyecek!
Çocuğunuz hayatının yeni bir dönemine başlıyor.
Artık kendi kanatlarıyla uçma, sosyalleşme, başkalarının kurallarına da uymayı öğrenme zamanı geldi. Çocuğumuz hiç tanımadığımız birileri tarafından da yoğrulacak, şekillenecek artık.

Peki ya o ortama uyum sağlayamaz, arkadaş edinemezse?
Ya sabahın köründe, karda kışta sokağa çıkmalara dayanamaz hastalanırsa?
Öğretmenini sevsin tabi ama onun bizim çocuğumuzla bizden fazla zaman geçirmesi, bizden fazla şey paylaşması da haksızlık sanki. Gün gelecek bir veli toplantısında o öğretmen bizim doğurup büyüttüğümüz çocuğu bize anlatacak bir de..
Ne çok şey değişiyor hayatımızda bir anda. Alışması gereken sadece çocuklarımız değil, biz anne babalar aynı zamamda.
Ama aklın yolu bir;
Okul öncesi eğitim gerçekten çok önemli.
Tabi eğitim derken, henüz oyun çağındaki çocukları sayılara, harflere boğmaktan da bahsetmiyorum!

Kreş sadece bir bakım evi değildir.
Eğer amaç sadece çocuğun zarar görmeyeceği bir dört duvar arasında, oyuncaklarıyla oynaması, zamanı geldiğinde yemeğini yemesi, vaktinde uyuyup uyanması olsaydı o zaman zaten kreşe gerek kalmazdı. Evlerimiz tüm bu ihtiyaçların sağlanacağı en uygun yer zaten.
Okul öncesi eğitimle ilgili esas mesele, çocuklarımızın öğrenmeye en açık olduğu bu dönemde anne baba olarak bizim veremeyeceklerinizi de alabileceği bir yerde olması.
İşte bu nedenle çocuğunuzu kreşe yollamaya karar verdiğinizde, lüks bir bina, her gün çeşit çeşit çıkan yemekler sizi ikna etmeye yetmesin. Kreşin eğitim programını da detaylı şekilde inceleyin. Ne verdiğine ne vermediğine iyi bakın.
Lüks binalar gibi, dolu dolu eğitim programları da kandırmasın sizi.
Çocuğunuza üç dil birden öğreten, ilk sene sayıları halledip, ikinci sene harfleri aradan çıkartan, hatta biraz ilgisi varsa okumayı bile söktüreceğini vaad eden o kreşler var ya, işte onlar çocuğunuza "çok" şey katarken aslında ondan en kıymetli şeyi, "çocukluğunu" çalıyor.

Sonra ilk okul birinci sınıfın daha ilk aylarında, öğretmeninin, hiperaktifliğinden ya da ilgisizliğinden şikayet ettiği çocuğunu elinden tutup bir uzmanın kapısını çalan anne babalar "neden" diye soruyor.
Neden mi?
Çünkü siz çocuğunuzun oyun oynaması gereken zamanda dilediğince oyun oynamasına izin vermediniz.
Çünkü ona sayıları ezberlettiniz.
Çünkü harfleri öğrettiniz hatta okuması yazması için teşvik ettiniz.
Şimdi ilk okul öğretmeni, sınıfındaki tüm çocuklara eşit muamele etmek zorunda ve o çocukların arasında sizin çocuğunuz gibi okuma yazma bilmeyen, hatta harfleri ve sayıları hiç tanımayanlar var.
Yani sınıfta hiçbir şey bilmeyen  çocuklar esas alınarak işliyor eğitim sistemi.
Sizin gereğinden önce çok şey öğrenmiş yavrunuz da sıkılıyor haliyle.
Sıkıldıkça derse ve okula ilgisi azalıyor.
Neden aynı şeyleri tekrar tekrar yapmak zorunda olduğunu sorgulamaya, şikayet etmeye başlıyor.
Zamanında doya doya oynayamadığı oyunu bu kez ilk okul sırasında oynamak istiyor.
Kurallar karşısına çıkınca bocalıyor.
İşte size nur topu gibi bir okula uyum sorunu.
Hatta okul fobisi.
Bilmem yeterince açık anlatabildim mi??

Bu demek değil ki, çocuklar kreşte hiçbir şey öğrenmeyecek.
Elbette öğrenecekler.
Topluma uyum sağlamayı, kurallara uymayı, insan ilişkilerini, renkleri, doğayı, hayvanları, bitkileri, dünyayı öğrenecekler. Daha doğrusu öğrenmeliler.
Adı üzerinde.
Okul öncesi eğitim.
Sayılar, harfler zaten okul programlarında var.
Bırakın çocuklar onları zamanı gelince öğrensin.

Okul öncesi dönem çocukların bol bol oyun oynaması, oyunla öğrenmesi gereken bir dönem. Çocukların beslenmek, uyumak gibi, bunlar kadar oynamaya ihtiyaçları var.
Anne baba olarak bu ihtiyaca cevap verecek, oynatırken öğretecek bir kreş bulmak da bizim görevimiz. Ama baştan söyleyeyim işimiz zor. Hem de çok zor..
En çok tartışılan konulardan biri kreş için doğru yaş meselesi.
Benim tavsiyem de, kişisel tercihim de, eğer şartlar izin veriyorsa çocuğunuzu 3 yaşından önce kreşe göndermeyin. Tabi şartlar izin veriyorsa.




Yani eğer çocuğunuza evde bakabilecek biri varsa, bu kişi siz ya da güvenebileceğiniz bir kişiyse, tabi bir de bu kişi çocuğa uyum sağlayabiliyor, onunla kaliteli zaman geçirebiliyorsa üç yaşa kadar çocukların evde kalmalarını tercih ederim.
Ama şartların buna her zaman izin vermediğinin de farkındayım.
Özellikle çalışan ve yardım alması mümkün olmayan anneler çocuklarını çok daha erken kreşe göndermek zorunda kalabiliyor.
Bu çocuğunuzun mutlaka bir sorun yaşayacağı anlamına gelmiyor elbette. Ancak çok erken yaşta balayıp, yıllardır okula giden bu çocukların, ilk okul döneminde daha hevessiz hatta bazen bıkmış olabildiklerini görüyorum.
Çok sık yapılan bir hata var.
O da çocuğun kardeşi olunca kreşe başlaması, hatta anne babanın bunu hesap ederek kardeş için o zamanı beklemesi.
Kulağa işleri kolaylaştırıyor gibi gelse de, kardeşle ilgili sorunların temelinde bu anlayış yatıyor çoğu zaman.
Eve yeni bir bebeğin gelişiyle, evden ayrılan çocuk kendini uzaklaştırılmış gibi hissediyor. Hele bir de önceleri yani kendisi evdeyken çalışan annesi şimdi kendisi okula giderken yeni gelen bebekle evde kalıyorsa, bu çocuk nasıl kıskanmasın?
Kardeş bir çocuğun hayatında baş edilmesi, uyum sağlanması gereken en önemli dönüm noktalarından biri gerçekten. Yani zorlu bir görev. Bir de tam bu dönemde çocuğa kreşe alışma görevi yüklemeyin. Bu yük küçücük omuzlarına fazla ağır gelebilir.
Çocuğunuzun kardeşine alışması için evde kardeşi ve annesiyle zaman geçirmesi, aile düzeninde çok fazla şeyin değişmediği en önemlisi de anne ve babasının onun hala çok sevdiğini görmesi, bundan emin olması gerekir.
Uzun lafın kısası, aslında çocuğun kreşle tanışma yaşı ailenin şartlarına oldukça bağımlı.
O nedenle yaşa takılmaktan çok, uygun şartlar içinde en doğru adımları atmaya çalışmak bence en iyi sonucu verir.
Bu noktada, oyun grupları, aktivite saatleri ya da çeşitli kurslardan bahsetmediğimin de altını çizmem gerek. Benim bahsettiğim çocuğun tüm gün evinden uzak kaldığı tam zamanlı kreşler.

Çocuğun kreşe hazır olup olmadığını anlamak..
Yaşa takılmayacaksak çocuğumuzun kreşe hazır olup olmadığını nereden anlayacağız?
Çoğu kreşin de belli kriterleri var zaten. Özellikle de çocuğunuz 3 yaş civarındaysa.
İlki ve en önemlisi çocuğun tuvalet alışkanlığı kazanmış olması, kendi kendine yeme ve uyuma konusunda temel bir becerisinin olması da bekleniyor. Bu beceriler çocuğun kreşe ve arkadaş grubuna uyumunu da kolaylaştırıyor. O nedenle kreş kararı vermeden önce çocuğunuzun bu süreçleri atlatmış olmasına dikkat etmekte fayda var.
Ama asıl önemli nokta çocuğunuzun size verdiği mesajlar, sinyaller.
Bu sinyalleri dikkatle okursanız çocuğunuzun "artık bu evden, sizden fazlasına ihtiyacım var" dediğini anlarsınız.

O güne kadar oyun oynarken kendi kendine yeten çocuğunuz, size ya da evde bulunan diğer kişilere daha çok gel beraber oynayalım demeye başlar.
Parka ya da eğlence merkezlerine gittiğinizde, yaşıtlarıyla karşılaştığında ise sizi unutur.
Daha çok soru sormaya başlar.
Daha sık sıkıldığını söyler.
Mesaj çok net: Sizden alacağımı aldım, belli bir olgunluğa eriştim, şimdi arkadaş istiyorum. Yaşıtlarımla olmak istiyorum, farklı bir ortamda yeni şeyler öğrenmek, daha çok oyun oynamak istiyorum"

Kreşte ilk gün..

Kreşe başlama süreci çocuğun mizacı ya da anne babanın tavrına bağlı olarak sancılı olabilir.
Sonuçta muhtemelen sizden ilk kez ayrılıyor.
Üstelik yeni ve tanımadığı bir ortama girmek için.
Bu noktada anne babanın yanı sıra anneanne, babaanne ve dedelerin tutarlı olması son derece önemli.
Bazen aile büyükleri bakımını üstlendikleri çocuğun kreşe gönderilmesini dirençle karşılayabiliyor. Hatta "ben bakamıyor muyum ki" diyerek tepki gösterebiliyorlar.
Onlara bu durumun kendilerinden bağımsız ve torunlarının yararına olduğunu, okul öncesi eğitimin önemini baştan anlatmanız gerekiyor ki sizinle ortak hareket edebilsinler. Çocukların kafasını karıştırmasınlar.

Çocuk çok azı kreşe ilk günden uyum sağlar, çoğu ilk günlerde ayrılık konusunda zorlanır.
İşe ona güven vererek başlayın.
Bir de onun gözünden bakın.
Bilmediği, daha önce hiç tecrübe etmediği bir ortama girecek, hiç tanımadığı yaşıtları ve öğretmen denilen yetişkinlerle tanışacak, gittiği yerde belli kurallar olacak ve onlara uyması gerekecek.
Ne zorlu bir görev değil mi?
Gel-gitleri olması, bir gün kreş için heveslenip diğer gün vazgeçmesi son derece doğal.
Size düşen korkusunu anlayışla karşılamak. Ama asla o korkuyu körüklememek.
O yüzden kreşi sanki bir oyun eviymiş, orada her istediğini yapabilirmiş gibi anlatmayın çocuğunuza. Çünkü ilk okul kadar olmasa bile yine de belli kurallara uyması gerekecek. Eğer siz bu kurallardan hiç bahsetmezseniz, belki ilk gün hevesle gidecek ama ikinci gün hepiniz için çok daha zor olacak. Çünkü çocuk hayal kırıklığına uğrayacak.
Aynı şekilde kreşle ilgili olumsuz mesajlar da vermeyin. Yemeğini yemediğinde, "kreşe bir başla bak orada öğretmen kızınca nasıl da yersin, bakalım öğretmen böyle koşar mı peşinden" derseniz, zamanı gelince çocuğun kreşe hevesle gitmesini bekleyemezsiniz. Aman dikkat!

Önünüzde iki seçenek var.
Her ikisinde de tercihen sizin ama şartlar izin vermiyorsa bakımını üstlenen kişinin birkaç günü çocuğu kreşe alıştırmaya ayırmanız gerekecek.
Eğer çocuğunuz sorun yaşamadan sınıfa girdi, oyuna daldıysa şanslısınız.
Ama eğer işler o kadar kolay görünmüyorsa "aşama aşama" kuralını uygulayabilirsiniz.

İlk gün çocuğunuzu sınıfına bırakınca ona binanın içindeki bir başka noktada bekleyeceğiniz sözünü verin. Ve gerçekten bekleyin.
Aralarda çıkıp baktığında sizi söz verdiğiniz noktada bulsun.
Sakın ola ki kaçmayın!
Tercihen ikinci gün bu kez bina dışında bir nokta seçin, örneğin bahçe, spor salonu.
Sözünüzü tutmanız yine altın kural.
Üçüncü gün ise okulda beklemeyeceğinizi ama yemek saati ya da oyun saatinde okula geleceğinizi anlatın. Ve elbette söz verdiğiniz saatte orada olun.


İkinci seçeneğiniz ise, çocuğunuzun kreş saatlerini kademeli olarak artırmak.
İlk etapta birkaç saatle başlayın. Ama baştan konuştuğunuz saatler konusunda tutarlı olmalısınız.
Ağladı diye kapıp eve götürmek yok.
Bir sonraki etapta yarım gün ve en son olarak da tam gün.
Her ki yöntemde de çocuğunuz bir adıma alıştıktan sonra diğer adıma geçin. Aceleci olursanız geri adım atmak zorunda kalabilirsiniz. Oysa yavaş ama emin adımlarla ilerlemek en doğrusu.
Bu süreçte size muhalefet eden öğretmenlerle de karşılaşabilirsiniz.
Biz her zaman çocuklarla uğraşıyoruz diyerek anne babaları çocuklarını bırakıp gitmeleri konusunda zorlayan o öğretmenlerin, çocuk herhangi bir uyum sorunu yaşadığında sorunu çözmeniz için yine size başvuracağını da unutmayın. Çocuğunuzu en iyi siz tanıyorsunuz. Elbette aşırıya kaçmadan(!) çocuğunuz için doğru adımları atmak da sizin hakkınız. Bu gidip çocukla sınıfında oturabileceğiniz anlamına da gelmiyor tabi ki. Öğretmenin alanına girmeden ama kendi çocuğunuzu da hırpalamadan bir orta yol bulup ona göre davranmalısınız.

Bir başka önemli konu.
Kreşe başlayan çocukların çoğu hemen hastalanır ve zaten çocuğundan ayrılmak konusunda zor ikna olmuş olan anne babalar vicdan azabı duymaya başlar.
Eğer bir de aile büyükleri "ben size demedim mi, sefil ettiniz küçücük çocuğu" diye eleştirilere başlarsa, bu vicdani yük artar da artar.
Ama hemen vazgeçmeyin.

Belki zor gelecek. Daha önceleri hiç grip olmayan çocuğunuz daha iyileşemeden yeniden hastalanacak.
İçinizi rahatlatmaz biliyorum ama bu eninde sonunda olacak.
Kreşe yollamasanız bile, ilkokula başladığında yaşayacaksınız aynı şeyleri.
Doğru zamanda, doğru kreşin çocuğunuza katacakları asla yadsınamaz.

Biliyorum, her çocuk anne babası için biriciktir.
Hepimizin evladı öyle.
Kimimiz daha çok, kimimiz daha az ama hepimiz hayatımızı çocuklarımıza göre şekillendiriyoruz.
Anne baba olarak çoğu zaman kendimizden önce onları düşünüyoruz.
Ama kim bir ömür çocuğunu kolları arasında, kanatları altında tutabilmiş ki..
Kim çocuğunu kötülerden, zorluklardan, başarısızlıklardan tamamen korumayı başarabilmiş ki.
Er ya da geç çocuklarımızı hayatla tanıştırmak zorundayız anne babalar.

Okul öncesi eğitim işte bu işe yarıyor.
Çocuklarımıza paylaşmayı öğretiyor.
Mutluluğuna, üzüntülerine başkalarını ortak etmeyi, onların hayatlarına ortak olmayı.
Hakkını aramayı, saldırmadan hakkını savunmayı, başkalarının hakkını vermeyi.
Empatiyi.
Başarılı iletişim kurmayı.
Fırsatları değerlendirmeyi.
Düşmenin, yenilmenin de normal olduğunu.
Düşünce yeniden kalkmayı. Yeniden başlamayı.
Kendisine olduğu kadar diğerlerine de değer vermeyi.
Hayatın kurallarını..
Hayatın kendisini..



Psikolog Irmak GÜRCAN KERİMOĞLU

Çocuklarda ve Ergenlerde Cinsel Eğitim

Anne baba olmanın en çok sabır isteyen yanlarından biri; çocuklara öğrenmeye en açık oldukları anlarda yani soru sorduklarında, doğru ve aynı zamanda tatmin edici cevaplar vermek.  
Çocuklar çok soru sorar ve bu son derece normal çünkü nolar sürekli keşfediyorlar, sürekli öğreniyorlar, dünyada bir çocuk için merak edilecek çok aça çok şey var. 
Bir yaş civarı "Bu ne?" diye başlıyor bu sorular silsilesi. 
"Neden?" le devam ediyor
Soruların sayısı da, verilecek cevabın zorluğu da gün geçtikçe artıyor.
Ve sonra bir gün en eğitimli, en donanımlı, en açık görüşlü anne babanın bile yüzünde bir kızarmaya, hafiften bir ateş basmasına, çoğunlukla kekeleme ve nihayetinde geçiştirmeye neden olan o sorular geliyor.
Çocuğumuz cinsel kimliğini, bedenini merak etmeye başlıyor ve bu konuda sorular sormak, bizimle konuşmak istiyor. 
Bazı anne babalar "ayıp" diyerek üzerini örtmeye çalışıyor bu merakın. 
Farklı sebepleri var. 
Çoğumuz anne babamızla böyle konuşmalar yapmadan büyüdük. Çocuksu merakımızı sadece arkadaş sohbetleri ile gidermeye çalıştık. Yalan yanlış bilgiler yerleştirdik zihnimize. Ve bu nedenle yetişkin hayatımızda bile zorluklar yaşadık. Üstelik bunları da kimselerle paylaşamadık. 
Şimdi çocuklarımızla konuşmak da zor geliyor o yüzden.
Bir de şimdiki çocukları düşünün. Öğrenebilecekleri bizim zamanımızdaki gibi, arkadaş sohbetleriyle sınırlı değil. 
İnternet dediğimiz bilgi havuzunda öyle yanıltıcı öyle kirli bilgiler var ki. 
Üstelik tek tehlike çocuğumuzun yanlış bilgilenmesi de değil.
Ne yazık ki kötü niyetli yabancılar da internet aracılığıyla artık evimizin tam da içinde.
Çocuklarımıza cinsellik hakkında doğru, net ve tatmin edici bilgiyi bizim vermemiz, bu nedenle çok önemli, vermeliyiz ki çocuğumuz kafasında soru işaretleriyle bir arayışa girmesin.   

Gelin, en başından başlayalım. 
Çocuğumuzun küçük yaşlarda bedenini keşfi ve cinsel kimliğini oluşturması için rol model arayışına girdiği zamandan, yani okul öncesi dönemden. 
Çocuklar "mahremiyeti" doğuştan bilmezler. 
Bu yüzden çıplak gezmek onlar için garip değil hatta keyiflidir. 
İşte tam bu noktada bizim toplumumuzda sıkça yapılan, temeli bilinç altımızda yer etmiş cinsiyet ayrımcılığına dayanan yanlışlarımız girer devreye. 
Eve akraba/misafir gelir, anne baba övgüyle seslenir, "oğlum aç da pipini göster bakalım". 
Artık bunu yapan yok sanıyorsunuz değil mi? 
Yanılıyorsunuz. 
En eğitimli anne babalar bile bazen bu "şirin" oyunun içinde buluyor kendini. 
Ama aynı aile kız çocukları üzerindekini çıkarmaya çalışsa, "kızım ayıp, kapat çabuk" deyiverir. 
Ve çok küçükken işleniyor zihinlere bu çifte tarife. 
Erkeklere cinsel dürtüleriyle hareket etme özgürlüğü varken, kadınlar hep edepli olmalı. 
Hatta erkeklerin bu dürtüsel özgürlüğü, bir kadının beden özgürlüğünü ihlal etse bile hata öncelikle kadında aranmalı. Çünkü o erkek, çünkü o çocukken pipisini sallaya sallaya evde koşardı. 
Ama bir başka evde küçük bir kız çocuğu ayıplanarak, azarlanırdı. 
Neyse.. 
Onca lafın bir amacı var elbet. 
Siz çocuklarınıza bunu yapmayın. Kız ya da erkek her çocuğa bedeninin kendi özeli olduğunu korkutmadan, ayıplamadan anlatın.  
Örneğin deniz kenarında 2-3 yaşlarındaki çocuğunu kendi ya da karşı cinsten arkadaşının cinsel organını hayretle incelerken görüp, ardından da soru sorunca dehşete kapılmış, ne yapacağını şaşırmış olan vardır mutlaka aramızda. 
Sakin olun lütfen.
Siz "kapat çabuk, bir daha görmeyeyim" ya da "çocuklar böyle konuşmaz" dediğinizde çocuğunuzun merakı geçmez. Tam tersi daha çok merak eder. Hatta bu merakı gidermek için harcadığı zaman ve çaba artar. Ama gizli gizli. Ve suçluluk duyarak. 
Oysa böyle bir anda kısacık bir açıklama belli bir süre o merakı gidermeye yeter. 
"Bu senin bedeninin bir parçası. Tıpkı diğer organların gibi. Senin gibi sağlıklı bütün erkek çocuklarında da var. Ama yine de etrafta başka insanlar varken mayonu çıkarmamalısın. Çünkü vücudunun bu bölümü sana özel"
Kız çocuklarında ise dikkat etmemiz gereken bir önemli ayrıntı var. 
O da ilk kez erkek bedenini gören kız çocuğunun kendisinde bir "eksik" olduğunu düşünme ihtimali. Neden erkek kardeşi gibi ayakta çiş yapamaz mesela, bunu merak eder. Yine net olmak en doğrusu.
" Erkek ve kızların bedenleri birbirinden farklıdır. Çevrendeki diğer kız çocuklarının vücudu sana benziyor. Ama kardeşin/ arkadaşın ve diğer erkek çocuklarının vücudunda senden farklı bir organ var. Sen çok sağlıklı ve güzel bir kızsın"
İşte bu kadar.. 
Zor değilmiş değil mi? 
Elbette sorular bununla sınırlı kalmayabilir. Ama bu bakış açısıyla vereceğiniz neti kısa ve açıklayıcı yanıtlar tüm o zor sorularla baş etmenizi sağlar. Sonrasında çocuğunuza ayıracağınız kaliteli zamanla sevdiği aktiviteleri yaparak, oyun oynayarak dikkatini başka yöne çekebilirsiniz.  

4-5 yaşına geldiğinde çocuklarda hayattaki yerini ve cinsel kimliğini anlama, oluşturma çabaları daha net görülür. Özellikle de oyunlarda. Kız çocuklar evcilik oynamayı sever. Kendisi anne olur, erkek çocuklarından baba olmasını ister. Oyuncaklarını bebek yapar. Çevresinde gördükleriyle şekillendirir oyununu. Dikkat edin bazı kız çocukları oyun oynarken bebeklerini azarlar, babanın kendisine yeterince yardım etmeyişinden yakınır. Aslında bu oyunlar içinde evrildikleri ortamın bir yansımasıdır. 
Anne babaları endişelendiren el ele tutuşma, dudaktan öpme girişimleri de çoğunlukla bu dönemlere denk gelir. Böyle bir durumla karşılaşınca bağırıp çağırmak, sert tepkiler vermek doğru değil. Unutmayın cinsel eğitimle ilgili yol haritamız, gereken açıklamayı yapmak ve dikkati başka yöne çekmek. 
Yasaklanan her şey çocuk için daha caziptir, unutmayın. 
Okul öncesi dönemde, özellikle de aileye yeni bir bebek katılıyorsa çocukların en sık sorduğu sorulardan biri "bir bebeğin nasıl olduğu ve nasıl doğduğu". Eğer çocuğunuz 3 yaş civarındaysa açıklamanız gerçekten sade olsun. Çünkü bu dönem çocuğu ne merak ederse onu sorar. Soyut düşünme aşamasına gelmemiştir. Somut açıklamalar merakını giderir. 
"Kardeşin karnımın içinde, ona özel bir yerde büyüyor ve yeterince büyüdüğünde, doğma zamanı geldiğinde hastaneye gideceğiz ve doktorlar benim canımı acıtmadan onun doğmasına yardımcı olacak."
5 yaş civarı içinse bu açıklama tatmin edici olmaz. Peşinden hızla gelecek soruları karşılamak ve yanlış anlamalara da mahal vermemek için açıklamanızı biraz daha kapsamlı tutabilirsiniz. 
"Bir bebeğin dünyaya gelmesi için hem anne hem de babaya ihtiyaç var. Babada tohuma benzeyen annede de yumurtaya benzeyen (ama yediğimiz yumurta olmayan) organlar var. Ve ikisi bir araya gelince bebek oluyor. Annenin karnında özel bir bölüme yerleşiyor ve orada büyüyor. Sonra yeterince büyüyünce de doktor amcalar annenin canını acıtmadan bebeğin oradan çıkmasına yardım ediyorlar. Böylece bebek doğmuş oluyor."
Bu ortalama bir merakı gidermeye yeterli olur. 
Ama çocukların hayal güçleri bazen gerçekten inanılmaz olabiliyor. Öyle sorular gelebiliyor ki, kafamızdaki cevap kalıbının tamamen dışına çıkabiliyor. İşte böyle anlarda da dürüst olmak en doğrusu. 
"Tıpkı senin gibi ben de merak ettim bunu. Bana biraz izin verirsen doğru şekilde öğrenip sana da anlatabilirim" 
Bu yanıt çocuğa merakının ve bu konularda konuşmanın son derece normal olduğunu, ve sizin de onun sorularına değer verdiğinizi gösterir. Tabi bunu bir geçiştirme yolu olarak kullanmayacak, araştırıp doğru yanıtı en kısa sürede vereceksiniz. 
Cinsel eğitim konusunda çocukları azarlamak, utandırmak, susturmak ne kadar yanlışsa, modern olmak adına, gereğinden fazla ayrıntıya boğmak da o kadar yanlış. Bunu bizzat yaşadığım bir olayla daha net anlatabileceğimi düşünüyorum.
Okul öncesi hazırlık sınıfında 5-6 yaş grubuna gönüllü danışmanlık yaptığım bir dönemde, kız çocuklarımızdan biri son dönemde saldırganlaştığı, arkadaşlarıyla uyumunu yitirdiği için öğretmenleri tarafından bana yönlendirildi. Bu küçük kız çocuğu oyun oynarken bir arkadaşı kendisine çarpsa ya da top gelse kıyameti koparıyor, yumruk atmaya, saldırmaya çalışıyordu. Bu durum öyle bir hal almıştı ki sınıf arkadaşları oyunlara onu almak istemiyordu. Hem çocukla hem de ailesiyle yaptığım görüşmelerde, bir bebek bekleyen ailesine yakın dönemde bebeğin nasıl olduğuyla ilgili sorular sorduğunu, doktor olan annesinin de yumurta ve spermleri uygun gördüğü dille kızına anlattığını öğrendim. Ama annenin onca detayın içinde gözden kaçırdığı küçücük bir ayrıntı kızının hayal gücüyle birleşince ortaya uyum sorunu çıkmıştı. Çünkü küçük kız kendisinde tıpkı yediğimiz yumurtaya benzeyen, düşerse kırılabilecek bir yumurta olduğuna, yumurtası kırılırsa da hiç çocuğu olmayacağına inanıyordu. Tüm hırçınlığının sebebi de buydu.  

Cinsel eğitimin bir başka boyutu da çocuğun hazzı fark etmesi.
Cinsel organına dokunmanın ya da bir yere sürtünmenin hoşuna gittiğini keşfeden çocuk bunu tekrarlama eğilimine girer. 
Bu NORMAL.
Çocuğunuzu dikkatle ve doğru yönlendirmeniz önemli. 
Kınamak, ayıplamak, "oynarsan kopar ya da düşer" gibi cümlelerle korkutmak, utandırmak, bağırmak, ceza vermek yok!
"Bu davranışın hoşuna gitmesi normal. Ama çevrende birileri varken nasıl çıplak gezmiyorsan  bunu da yapmamalısın. Unutma senin vücudun sadece sana özel" 
Anne babalar sıklıkla çocuklarının bu keşfini fark edince korkar ve hatta uzaklaşır. Yani babalar kız çocuklarını, anneler erkek çocuklarını kucaklarına almaktan, öpmekten, sarılmaktan çekinirler. Oysa böyle bir tutum çocuğunuza yanlış bir şey yaptığı için anne ya da babasının onu artık eskisi kadar sevmediği mesajını verir. 
Oysa yapmanız gereken çocuğunuzun dikkatini başka yöne çekmek ve her zaman sevginizi doya doya göstererek, duygusal açlığa düşmesini engellemek. 
Bu dönemde spor, yürüyüşler, müzik gibi aktiviteler çocuğunuzun enerjisini boşaltmasına ve dikkatini dağıtmaya yardımcı olur. Ve bedeni üzerinde gereğinden fazla yoğunlaşmasını engeller. 
Çocuğunuzun farklı gelişim evrelerinde farklı ilgi alanları olacaktır. 
Cinselliğin, cinsel kimliğin ön plana çıktığı bir başka gelişim evresine elbette ergenliğe giriş. 
Sadece meraktan değil, çocuk bizzat tanık olduğu, kendi bedenindeki değişimi de anlamlandırmaya çalışır bu dönemde. 
Üstelik artık çocuk gibi hissetmediği için anne babasına soru sormakta istekli ve rahat olmazlar. 
Arkadaşlar, internet bu konuda cevap aradıkları mecralara dönüşür. Ama daha önce de söylediğim gibi karşılarına yanlış bilgilerin ve hatta yanlış kişilerin çıkması bu kadar muhtemelken, anne baba olarak bizim devreye girmemiz ve çocuklarımızın akıllarındaki soru işaretlerini gidermeye çalışmamız son derece önemli. 
Çocukların artık daha erken, 9-10 yaş civarı ergenliğe girmeye başladığını da göz önüne alacak olursak, geç kalmadan en azından belirli konularda açıklamaları yapmış olmalısınız. Aksi takdirde gelişimin son derece normal bir parçası olan ilk adet ya da ilk ereksiyon ergenler için travmatik bir hal alabiliyor. 
Bizim kültürel yapımızda hem anne baba, hem de çocukların daha rahat iletişim kurabilmesi için kız annelerin kız çocuk, babalarınsa erkek çocukla bu konuşmaları yapmasını tavsiye ediyorum. Ama bu durum elbette aile içi dinamiklere göre farklılık gösterebilir. Anne ya da babanın olmaması ya da taraflardan birinin ilgisizliği durumunda anne ya da baba her iki cinsten çocuğuyla bu konuda konuşabilir. Ama dediğim gibi ergenliğe kadar devam eden hayat alışkanlıklarımız kız çocuklarının anne, erkek çocuklarının baba ile diyaloğunu kolaylaştırıyor. Yani o güne kadar kızıyla paylaşımı sınırlı bir baba, oturup ilk adeti konuşmaya çalışınca çocuk utanabiliyor ve soru sormaktan çekinebiliyor. Babanın durumu da siz gözünüzde canlandırırsınız zaten. 

Kız çocuklarına yapılacak açıklamalarla başlayalım. 
Öncelikle kızınızın size soru sorduğu anları ıskalamayın. Bu anlar onun öğrenmeye an açık olduğu zamanlar. Geçmiş dönem bilgilerinin doğruluğu da oldukça önemli üstelik. 
Siz banyoda ped gördüğünde "bu ne" diye soran 5 yaşındaki bir kız çocuğuna ayıp derseniz, o çocuk 10 yaşında ergenliğe girerken adetin son derece normal olduğuna ikna olması kolay olmayacaktır. 
Ergenlik kızınızda hem ruhsal hem de bedensel belirtiler vermeye başladıysa onu soru sorması için cesaretlendirebilirsiniz. 
Birçok kız çocuğu memeleri büyürken hele bir de arkadaşları arasında alay konusu olursa gizleme çabasına girebilir. Bacaklarındaki tüyler belirginleşince yazın bile uzun çoraplarından vazgeçmeyebilir. Kasık tüylerinden dolayı havuza denize gitmek istemeyebilir. Daha küçüksün diyerek ciddiye almazsanız ergenlik nedeniyle zaten hassaslaşan kızınız daha çok içine kapanabilir. O yüzden paylaşımcı olmanız, sohbet etmeniz, kızınızı gerçekten zorlayan durumlar için makul çözümler üretmeniz anne kız iletişiminizi kuvvetlendirir. Bunları öyle karşınıza alıp ders verir gibi anlatmayın. Günlük hayatınızın içine yaymaya çalışın. Beraber çıkacağınız bir yürüyüş ya da oturup içeceğiniz çay sırasında sohbetin içinde verin mesajlarınızı. 
Ergenliğe hazırlanan kızınızı bilgilendirmeniz gereken bir diğer önemli konu da adet yani mensturasyon. 
Artık çocuklar bizim çocukluğumuz kadar saf değil, çokça uyarana maruz kalıyor, çok biliyor ama yine de anne kız arasında bu konunun konuşulmasını gerçekten önemsiyorum. Üstelik biz her şeyi biliyorlar zannederken, ilk adet kanamasıyla (çocukların artık erken adet gördüklerini de hesaba katarak söylüyorum) dehşete düşen kız çocukları olduğunu da biliyorum.  
Bir sohbet esnasında kızınıza yakın zamanda adet görmeye başlayabileceğini. Bunun büyümenin son derece normal bir parçası olduğunu, böylece genç kızlığa adım attığını anlatmalısınız. Adet kanamasıyla vücuttan atılan kanın, vücudun artık ihtiyaç duymadığı bir kan olduğunu, dolayısıyla bu kanamanın ona zarar vermeyeceğini, canını acıtmayacağını, bazen ufak karın ağrılarına sebep olsa da bir hastalık olmadığını söyleyin. Adet döneminde pedi nasıl kullanacağını isterse gösterebileceğinizi, her zaman olduğu gibi bu dönemde de kişisel temizliğe dikkat etmesinin önemli olduğunu eklemeyi de unutmayın. 
Kızınıza her şeyi bir anda anlatmaya da çalışmayın. Bir başka sohbetinizde kadınların neden adet gördüğünden bahsedebilirsiniz. Aslında bunun ileride çocuk sahibi olmasını sağlayacak sistemin bir parçası olduğunu, kadınların vücudunun her ay buna otomatik olarak hazırlandığını ve yumurtalık bölgesinde daha fazla kan depolandığını ve bebek olmadığında da depolanan bu fazla kanın vücuttan atıldığını anlatmanız ortalama 9-12 yaşlarında bir kız çocuğu için yeterli olacaktır.       
Gelelim erkek çocuklarına. 
Onlar kız çocuklarına nazaran biraz daha çekingen olabiliyorlar. 
Tabi çocuğun anne babasıyla geçmişten bu güne nasıl bir iletişimi olduğu da bu soruları sorup sormamasını etkileyebiliyor. 
Erkek çocuklarında da sesin kalınlaşması, testislerin ve penisin büyümesi, yüzde ve vücutta kıllanma  ile belirgenleşen ergenlik sürecinde, en çarpıcı gelişmelerden biri çoğunlukla uykuda yaşanan ereksiyon. Bu konuda yeterince bilgisi olmayan erkek çocukları altına kaçırdığını düşünerek utanabiliyor ve bu konuda konuşmaktan çekiniyor. 
Oysa çocuk ergenliğin ilk sinyallerini vermeye başladığında sorularının cesaretlendirilmesi ve olabildiğince yalın, net şekilde cevaplanması gerekiyor. Tabi bir de bedenine dair hiçbir ayrıntının alay konusu edilmemesi önemli. 
Babalara bu konuda büyük sorumluluk düşüyor. Evinizde sizi rol model alan ve hızla büyüyen bir ergen var. Öyle ki bir gün banyoya girdiğinizde oğlunuzu henüz çıkmamış sakallarını traş etmeye çalışırken görebilirsiniz. Ya da evde bağırıp çağırmaya, annesinin, kız kardeşinin giydiklerine karışmaya çalışan konsantre bir baba kopyası dikkatinizi çekebilir. Bu tamamen sizin aile içi dinamiklerinize, hal ve tavırlarınıza, babalık tarzınıza göre farklılık gösterebilir. 
Baba oğul sohbetleri de tıpkı anne kız sohbetleri gibi günlük hayatın rutini içinde olmalı. Yani oğlunuzu karşınıza alıp da "bak oğlum" diye başlayan bir konuşma yapmaya kalkmayın. 
"Oğlum senin sanki boyun uzadı bu ara ya da sesin yavaş yavaş kalınlaşıyor sanki" gibi cümlelerle sohbet açabilirsiniz. Sonrasında da "büyüyorsun tabi, gün geçtikçe değişeceksin ve bu son derece normal, merak edersen ben de sana büyürken nelerin değiştiğini anlatabilirim. Sonuçta aynıları bende de oldu" gibi bir pas atın ortaya mesela. Oğlunuz o an olmasa bile cesaretlendirmelerinizle kısa süre sonra büyürken nelerin değişeceğini size soracaktır. 
İşte o soru sorduğu an önemli. O anı kaçırmayın. 
Sonrasında elleri kolları, boyu gibi vücudunun diğer organlarının da yani penis ve testislerinin de büyüyeceğini anlatın. Koltuk altı, kasıkları, yüzünde kılların belirginleşeceğini söyleyin. Hatta ailenize özgü durumlar varsa paylaşın bu sohbeti keyifli bir hale çevirirsiniz böylece. Mesela "bizim ailede sırtımız da hep kıllıdır, yazın bile kazakla gezeriz". Çocuğunuzu böylece diğer arkadaşlarının dikkatini çekip alay konusu olabilecek bir özelliğiyle barıştırmış hem de ailesiyle ortak bir noktasını vurgulamış olursunuz. 
Önemli ayrıntılardan biri daha önce de bahsettiğim ereksiyon. Özellikle de gece yaşanan ve sabah çocuğun çamaşırını nemli bulmasına sebep olan ereksiyon. Çocuğa bunun da, boyunun uzaması, sakallarının çıkması gibi son derece normal bir durum olduğunu anlatın. Yetişkin bir erkek olma yolunda bir adım daha ilerlemiş olduğunu söyleyerek güven verin. 

Hem kız hem de erkek çocuklarında en önemli nokta aslında anne baba olarak akıllarına takılan bir şey olduğunda iletişime açık olduğunuzu göstermeniz. Bunun için;
-Çocukların sorularına asla duyarsız kalmayın, uygun olmayan bir ortamda soru gelmiş olsa bile çocuğunuza “eve gidince bunu daha rahat konuşabileceğinizi “söyleyin. Ayıplamayın. Merak etmesinin normal olduğunu, hatta sizin de onun yaşındayken aynı şeyleri merak ettiğinizi söyleyin.

-Çocuklarınız cinsellikle ilgili bir soru sorduğunda, sakin olun. Ses tonunuz ya da yüz ifadenizdeki değişimler yaşı ne kadar küçük olursa olsun çocukların dikkatinden kaçmaz. Anormal bir şey olduğunu hisseden çocuğun ya konuya ilgisi artar ya da utanır ve sormamaya başlar.

-Açıklamalarınız sırasında cinsel organlara isim takmayın. Penis,vajina, testisler, memeler. Bunlar bizim jenerasyon için tabu kelimeler. Hala utanırız. Ama artık biz bu yanlışı sürdürmeyelim. 

-İletişime açık, net, yalın olun ama bunun yanında çocuklarınıza mahremiyeti de öğretin. 
Bu sadece lafla olmaz elbette. Küçük bir çocuğun odasına girerken, kapıda durup “tatlım gelebilir miyim” diye soran bir anne baba çocuğuna "bu oda senin, senin özel alanın" mesajı verir. Böylece çocuğundan kendi yatak odasına da kapıyı çalıp girmesini isteme hakkına da sahip olur. 
Çocuk da bunu anlar ve anlayışla karşılar. 
İşte bu mahremiyettir, hani cinsel eğitimin temeli olarak gördüğümüz o mahremiyet.

-Çocukların yanında konuştuklarınıza dikkat edin. Zaman zaman annelerin özellikle de kadın kadına sohbetlerde nasılsa yaşı küçük anlamaz diye düşündüklerini ve rahat rahat sohbet ettiklerini ya da  çocuğun dikkatini çekecek şekilde fısıldayarak konuştuklarını görüyorum. Her iki durum da zamansız merak uyandırır unutmayın.

-Çocukla sağlıklı bir iletişim cinsel eğitimin de temeli elbette. Koşulsuz sevgi ve güven hissi çocuğun merakını gidermek için size yönelmesini sağlar. 
“Benim çocuğum bunları hiç sormadı hiçbirini yaşamadı” diyen anne babalar ne büyük bir yanılgı içinde!
 Çocuğunuz bunları yaşadı ama size göstermeden.
 Çocuğunuz bunları sordu ama size değil başkalarına. 
Ve işin kötüsü ne biliyor musunuz? 
Siz bu sürece dahil olmadığınız için öğrendiklerinin doğru olup olmadığını bile bilmiyorsunuz.

-Belli dönemlerde kız çocuklarının anneyi erkek çocuklarının babayı kıskanması belki zaman zaman biraz düşmanca davranması, karşı cinsten ebeveyne ilgisinin artması normal. 
Ama çocukların bu ilk aşkı yetişkinlerin tanımladığı aşktan çok farklı elbette. 
Anne ya da babasıyla evlenmek istediğini söyleyen çocuğa, “sus bir daha duymayayım” demek kadar “tabi evleniriz” demek de yanlış.
 Bunu bir şaka olarak görmek eşin dostun yanında “söyle bakalım kiminle evleneceksin” diye pekiştirmek hata. 
Çocuğunuza biz de seni çok seviyoruz ama çocuklar anne babalarıyla evlenmez demeniz yeterli ve tabi olumlu ya da olumsuz şekilde bu masum bu isteğin üzerinde durmamanız gerekiyor.

-Erkek çocuklarına sünnetin "erkek olacaksın" diye anlatılmasını oldum olası yanlış bulurum. Erkekliğin bir organa, üstelik de çok dürtüsel işlev gören bir organa indirgenmesi bence erkekler için de büyük bir hakaret. Sünnetin sağlık için gerekli aynı zamanda da inanışımızın bir parçası olduğu için yapıldığını, biraz canının yanabileceğini, ama babalarının, dayılarının, amcalarının her birinin sünnet olduğunu anlatın. Eğer bir tören düzenlenecekse bunun onu mutlu etmek için düzenlendiğini. Canı acısa bile dayandığı için bir ödül olduğunu söyleyin. 

-Çocuğunuza beden mahremiyetini öğretin. Bunu ayıplamadan yapın. Tanımadığı, yakın hissetmediği kişileri öpmesi, kucaklaması için zorlamayın. Hatta bunu kimse için yapmayın. 
Eğer biri bedenine isteği dışında dokunursa buna tepki göstermesi ve bir yetişkine anlatması gerektiğini korkutmadan söyleyin. Bu çocuğunuzun güvenliği için de son derece önemli. 

-Aynı şekilde özellikle erkek çocuklarını diğer kişilerin beden mahremiyeti konusunda eğitin. Zorla bir kız çocuğunu öpmeye çalışan küçücük bir çocuk olsa da güle oynaya, "bak çapkına şimdiden başladı" gibi sohbetlere girmeyin. Ağaç gerçekten yaşken eğiliyor. Bir erkek kadın bedenine saygı duyması gerektiğini ancak anne babasının tutumuyla öğrenebiliyor.
Ki bu konuda ne kadar yetersiz olduğumuz apaçık ortada. Bugün kadına tacizi normal gören, tecavüzde "ama beni tahrik etti" diyen ve onun bu sözlerini kabul eden "yetişkin" olamamış onca erkeğin çoğu, konu komşu gelince pipisini açıp gezmeyi marifet sayması öğretilen çocuklar..
Bunu unutmayın..

Psikolog Irmak Gürcan KERİMOĞLU

Çocuğa Ölümü Anlatmak..

Yaşam ve ölüm.. 
Olmak ya da olmamak.. 
Sanki sonsuza kadar yaşayacakmış gibi bir koşturmacanın içindeyiz hepimiz. Ama öyle bir an geliyor ki kaçınılmaz gerçekle yüzleşiyoruz. İzlediğimiz haber bülteninde, işte, yolda, mahallemizde, sokağımızda ya da evimizin içinde. Hepimiz yüzleşiyoruz ama kabul etmek ve baş etmek konusunda hepimiz aynı oranda başarılı değiliz. Koca adamlar, iş güç sahibi kadınlar sevdiklerinin kayıplarıyla yerle bir olabiliyorken, küçücük çocuklarımıza ölümü nasıl anlatacağız.. 
Hatta belki asıl soru, anlatmalı mıyız?
Bu sorunun yanıtıyla başlamak doğru olacak sanırım.
Evet..
Bilinmezlik çocukları korkutur.
Fazla şey bilmek de öyle.
Yani çocuklara birçok hassas konuda olduğu gibi ölüm konusunda da yaşlarına uygun, kararında bir açıklama yapmak, sorularını kısa ve net yanıtlamak gerekiyor.
Bir kayıp yaşandığında özellikle de aileden biriyse, yetişkinler çok sık hata yapıyor.
Ya çocuğu kaçırarak uzaklaştırmaya çalışıyorlar ölüm gerçeğinden ya da tüm acının,yakarışların ortasına unutuyorlar.
Bu gerçekten çok hassas bir denge, o nedenle dikkatli adım atmak gerekiyor..

Okul öncesi dönemdeki çocukların ölüm kavramı konusunda net bir fikirleri yoktur. Ölümle televizyon aracılığıyla ya da örneğin bir evcil hayvanın kaybıyla tanışmış olabilirler ama onların “ölüm”den anladıkları bizimkiyle tam olarak örtüşmez. 
Özellikle 3 yaş öncesi çocuk ölümün ne olduğunu anlayamaz ve anlamlandıramaz.
4-5 yaşlarında ölümle ilgili yeni yeni korkular görülmeye başlanabilir. Ama yine de ölüm geçicidir onlar için. Nasıl ki çizgi filmde yaralanan, ölen karakter iki dakika sonra kalkabiliyorsa gerçek hayatta da böyle olacak diye düşünürler. 
Çocuğun ölümün kesin bir son olduğuna dair algısı 7 yaş civarında yani okul dönemiyle başlar. Ama bu dönemde bile çocuk önce öldü deyip sonradan ne zaman gelecek, ne zaman uyanacak diye sorabilir. 
Tam anlamıyla soyut düşünce yapısının oturması  ise 11-12 yaş civarında olur.

Ne yazık ki yaşadığımız günlerde sık duyar olduk ölümü, ölümleri..
Televizyon açılınca keskin bir acı doluyor evimize. Biz bile 'neden' diye sorduğumuzda bulamıyoruz yanıtı. Neden ölüyoruz?
Bu ölümleri, korumaya çalışsak da gerçeklerle yüzleşecek çocuklarımıza nasıl anlatacağız?

Çocuklara ölümü anlatmak zor.
Ve bu belirsiz konu onların en çok merak ettiklerinin başında geliyor. Biz yeterli açıklamayı yapamadıkça merakları artıyor.
İştebu nedenle doğru bilgilendirme önemli.Masalda, dizide, haberlerde duyup da ölüm hakkında soru sorduğunda çocuğunuza duyarsız kalmayın.
Elbette bu konuda konuşmuş olsanız da çocuğunuz ölümle yüzleşince sarsılacak. Hele bir de ölüm tanıdık birine uğradıysa.Ama en azından belirsizliklerle mücadele edeceğine, acısını yaşamaya çalışacak.
Bir yakının, büyük anne, dede gibi bir aile üyesinin ya da çocuğun anne ya da babasının kaybı yaşandığında;

-Çocuktan ölüm haberini gizlemeye çalışmayın.
Çalışmayın çünkü başaramazsınız. Evinizdeki yastan, üzüntünüzden kaçırdığınızı zannetseniz bile çocuğunuzun haberi olur. Öncelikle sizin halinizden bir şeylerin ters gittiğini anlayacak ve endişelenmeye başlayacaktır. Böyle bir anda hiçbir açıklama yapmadan çocuğunuzu kendinizden uzaklaştırırsanız endişesi çok daha artacaktır. Bu dönem çocuğunuzun en yakınlarına en çok ihtiyaç duyacağı, kendini güvende hissetmek isteyeceği bir dönem olacak. Çocuğunuzu uzaklaştırarak kaybını daha da büyütmeyin yaşatmayın. 

-Ani ölümlerde açıklama için kendinize zaman yaratabilirsiniz ama sadece çok kısa bir süre.
Sevdiğiniz birinin ölüm haberini aldığınızda çocuğunuza sakin bir açıklama yapacak gücü bulma  ihtimaliniz çok az. İşte böyle bir anda onu korkutmadan o kişinin hastalandığını, hastanede olduğunu söyleyebilirsiniz. Ancak ölüm haberini açıklamak için geç kalmamanız gerekiyor. Çocuk sevdiği birinin kaybı haberini yine sevdiği ve güven duyduğu birinden almalı, bir başkasından hele bir yabancıdan duymamalı. Yabancı birinin yanında çocuk rahat tepki veremez. Bu da korku ve üzüntüsünü içine atmasına sebep olabilir ki bu küçük bir çocuk için ağır bir yük olur.

-Ölüm konusunda kısa, net, dürüst açıklamalar yapın.
Çok uzaklara gitti, uykuya daldı, kuş oldu uçtu, Allah onu sevdiği için yanına aldı, melek oldu gibi ifadeler çocuğunuzun kafasını karıştırır. Çocuk zihni somut çalışır. Çok uzaklara giden birinin geri gelebileceğini düşünecektir çocuk, uykuya dalan birinin de uyanabileceğini.
Bir diğer ihtimal de çocuğun bu açıklamalarla ilgili korkular büyütmesidir. Eğer çocuğa ölen biri için uyudu bir daha uyanmayacak derseniz çocuk diğer yakınlarının uykuya dalmasını engellemek için elinden gelen her şeyi yapabilir Ya da çok uzaklara gideceğini düşündüğü için ciddi bir ayrılma korkusu gösterebilir.

Çoğu zaman yaptığımız hatalardan biri de çocuğa "yaşlandığı için öldü, yaşlanınca ölürüz" demektir. Okulöncesi dönemdeki çocukta zaman kavramının tam oturmuş olmadığını unutmayın. Dolayısıyla yaşlılıktan, yaşlanmaktan tam olarak ne kastettiğinizi anlamayacaktır. Bu da çocuğu korkutur. O nedenle size sürekli yaşlanıp yaşlanmadığınızı, ne zaman öleceğinizi soracaktır.
Böyle bir anda, “bizi kaybetmekten korkuyorsun bu normal, ama baban da ben de senin yanındayız ve uzun zaman daha senin yanında olmak istiyoruz.” demek ve bunu aynı soruyu her sorduğunda tutarlı bir biçimde tekrarlamak çocuğun zaman zaman su yüzüne çıkan endişelerini gidermek için yeterli olacaktır.
Gelelim tekrar ölümü açıklama konusuna.
Çocuğa hayatını kaybeden kişinin artık hiçbir zaman yanınızda olamayacağını , onu görüp dokunamayacağınızı ama onu sevmeye ve düşünmeye devam edeceğinizi söyleyebilirsiniz.  
Çocuk için elbette bu açıklama yeterli olmayacak. Nereye gittiğini, nasıl olduğunu soracak. Sorularını hiçbir zaman yanıtsız bırakmayın ama kafasını da karıştırmayın. Ölen kişilerin güzel bir yere gittiğini ama neresi olduğunu tam olarak sizin de bilmediğinizi ama orada mutlu olduklarını söyleyebilirsiniz.

Çocuklar sevdikleri birini kaybettiklerinde onu geri getirmek için neler yapabileceklerini sorgular, iyi bir çocuk olursa, çok dua ederse, oyuncaklarını verse geri gelip gelmeyeceğini sorar. Bu son derece masum ve samimi bir merak, ona bunun mümkün olmadığını açıklamalısınız. 
Bir diğer önemli nokta da çocuğun suçluluk duyma ihtimali. Çocuklar ölümü bilmedikleri için “keşke ölse” derler ve birini kaybettiklerinde buna sebep olduklarını düşünebilirler. Açıkça sormasa bile çocuğa ölümde kimsenin suçu olmadığı anlatılmalı.

Okulöncesi dönemde ve anne,baba ya da çok sevdiği bir yakınını kaybeden çocuğa gittiği yerde bizi bekliyor bir gün buluşacağız gibi bir açıklama yapmaktan da sakının. Unutmayın okulöncesi dönem somut dönemdir. Çocuğun kaybettiği yakının yanına hemen gitmek gibi bir istek duymasına neden olabilir.

Mezarlık ve defin konusunda da kişisel görüşüm okulöncesi dönemde çocukların bu sürece asla tanık olmamaları gerektiği. Defalarca da söylediğim gibi bu dönem somut düşünce dönemi. Çocuk defin edilen yakınının toprağın altında kaldığını, boğulduğunu, sıkıldığını, yağmur yağdığında ıslandığını, kışın üşüdüğünü düşünecektir.
Benzer şekilde çocuğun ölüm şekliyle ilgili ayrıntıları da bilmemesi gerektiğini düşünüyorum. Özellikle de kaza, terör gibi beden bütünlüğüne zarar gelen ölümlerde, yetişkinlerin bile zor kaldırabildiği ayrıntıları bırakalım da çocuk zihinleri kurgulamasın. Bırakalım bir süre daha zihinleri bulanmasın. 

 -Rol model olmak..
 Açıklamalar, öğütler tavsiyeler önemlidir elbette ama aslolan çocuğun önündeki rol modellerdir. Eğer siz yeme içmeden kesilirseniz, sürekli ağlarsanız çocuğunuzun ölümden olumsuz yönde etkilenmesini engelleyemezsiniz. Elbette ölüm acıdır ve doğru olan bu acıyı yaşamaktır. Ağlayacaksınız, özleyeceksiniz, güzel günleri anacaksınız.. Bunları çocuğunuzla birlikte yaparsanız ona da ölümü kabullenmeyi ve hayata devam etmeyi öğretmiş olacaksınız. Ama aksi durumda siz ne derseniz deyin, çocuğunuz daha derin bir belirsizlik ve korkunun içine düşer..

Çocuğun bir yakının kaybettikten sonra davranışlarında bazı değişikliklerin olması son derece normal. İştahsızlık, uyku bozuklukları, artan kaygılar belli bir süre yaşanabilir. Ancak bu davranış ve duygudurum değişikliği uzun sürüyorsa, çocuk günlük hayatına dönmek konusunda isteksiz ve başarısızsa mutlaka bir uzmandan yardım almak gerekiyor.

Uzun lafın kısası, her şeyden korumaya çalıştığınız çocuğunuz elbet ölümle tanışacak. Bu bazen bir travmayla bazen bir televizyon programıyla ya da bir arkadaşın anlattıklarıyla. Çocuğunuzu ne kadar doğru ve uygun şekilde bilgilendirirseniz çevreden gelecek tutarsız bilgilere ihtiyacı o kadar azalır..  


Psikolog Irmak GÜRCAN KERİMOĞLU







Hayali bir arkadaşım var..

Odasında tek başınayken çocuğunuzun sanki yanında biri varmış gibi konuşarak, gülerek ya da söylenerek oynadığını mı fark ettiniz?
Ya da evdeki bir vazoyu kırdı ama inatla kendisinin değil, daha önce adını hiç duymadığınız birinin mi kırdığını iddia ediyor?
Oyuncakçıya ya da markete gittiğinizde artık bir değil iki tane oyuncak ya da çikolata mı istiyor, biri kendine biri arkadaşına..

O zaman çocuğunuzun hayali arkadaşıyla tanışmanın zamanı geldi demektir..

Birçok anne baba çocuklarının bir hayali arkadaşı olduğunu öğrendiğinde bocalar hatta korkar.
Bu hayali arkadaşla tanışmalı mı, yoksa görmezden mi gelmeli?
Bir çocuğun hayali arkadaşının olması ortada bir sorunun olduğunu mu gösterir?

Hayır..
Bir çocuğun hayali arkadaşının olması bir sorunun işareti değildir.
Sakin olun!
Panik yok!

Önce dönemin özellikleriyle başlayalım.
Okul öncesi dönem özellikle de 3-5 yaş arası, birçok çocuğun hayali arkadaşı olur.
Bu oran kız çocuklarında erkek çocuklarına göre daha fazla.
Eğer çocuk çoğunlukla yetişkinlerle vakit geçiriyorsa, yaşıtlarıyla sık sık bir araya gelemiyorsa hayali bir arkadaş yaratma ihtimali artıyor.
Bu arkadaşlar hem çocuğun yalnızlığını gidermek hem de karşılaştığı bazı zor durumlarla (boşanma, ölüm, taşınma, kreşe başlama ya da kreş değiştirme gibi) baş etmesini kolaylaştırmak için bir çeşit savunma mekanizmasıdır.
Ama bir kez daha söylüyorum, hayali arkadaşı olan her çocukta bir sorun, bir eksiklik olduğunu göstermez.

6 yaş öncesinde yani okul öncesi dönemde çocukta tam bir gerçeklik algısından bahsedemeyiz.
Yani çocuk henüz gerçekle hayal arasındaki, soyutla somut arasındaki farkı tam olarak bilmez.
İşte bu dönemde kendine hayali bir arkadaş yaratması da son derece normal. Gelişimin doğal bir parçası. Çocuğun zengin hayal gücünün de bir göstergesi..

Eğer çocuğunuz yaşıtlarıyla bir araya geldiğinde iletişim kurmakta sorun yaşamıyorsa, hayali bir arkadaşın ona belli bir süre eşlik etmesinde herhangi bir sakınca da yok.
Yine de dikkat etmeniz gereken bazı noktalar var tabi.

-  Öncelikle çocuğunuzun hayali bir arkadaşı olduğunu fark ettiğinizde panik yapmayın. Kızmayın. “Burada öyle biri yok, ben görmüyorum” gibi bir tepki vermeyin.
- Hayali arkadaşı evinizin bir bireyi haline de getirmeyin. Çocuğunuz bahsetmedikçe, siz hayali arkadaşı ilişkinizin bir parçası yapmayın. Yemek yedirmek, uyutmak gibi konularda işinizi kolaylaştırmak için hayali arkadaşı devreye sokmayın.
-  Size hayali arkadaşından bahsederse onu eleştirmeden hatta hiç müdahale etmeden dinleyin. Uzun, mantıklı açıklamalar yapmaya, gerçekle hayal arasındaki farkı anlatmaya çalışmayın. Bu farkı tam olarak bilmesini beklemeyin. Bunun son derece normal bir gelişim özelliği olduğunu unutmayın.
- Çocuğunuzla daha sık ve daha kaliteli zaman geçirin. Bol bol oyun oynayın. Her oyunda bir şeyler öğretmeye çabalamayın. Bırakın oyununuzu çocuğunuz yönlendirsin. Gerçekten eğlensin. 
-  Oyunlar sırasında çocuk hayali arkadaşını da işin içine sokmaya çalışırsa müdahale etmeyin, bırakın soksun, onunla oynasın.
-   Çocuğunuzun yaşıtlarıyla zaman geçirmesi için imkan yaratmaya çalışın. Bahçeye çıkarın, parka götürün. Yapılan en büyük hata çocuğu gezdirmek için elinden tutup bir avm’ye götürmek, orada birkaç mağaza gezdirip, bir oyuncak alıp, yemek yiyip eve dönmek.
Bu çocuk için keyifli gibi görünüyor olabilir ama aslında onun sosyalleşmesine hiç de yardımcı olmuyor. Bırakın yaşıtlarıyla oynayarak zaman geçirsin.
-   Asla ama asla çocuğun hatalarının sorumluluğunu hayali arkadaşına yüklemesine izin vermeyin. Bu çok sık karşılaşılan bir durum. Hayali arkadaşı olan bir çocuk en az bir kere bir hata yaptığında suçu hayali arkadaşına atmayı dener. İşte o anda anne babanın verdiği tepki çok önemli. Hayali arkadaş bir çocuğun kişilik gelişimi açısından önemli olabilir ama eğer yaptıklarının sorumluluğundan kaçmasına fırsat verirseniz işte o zaman çocuğunuza zarar vermiş olursunuz.
- Bu hayali arkadaşın tepkilerine, söylediklerine daha doğrusu çocuğunuzun onun ağzından çıkmış gibi size aktardıklarına karşı duyarlı olun. Çoğu zaman çocuklar kendi hislerini, düşüncelerini özellikle de çekindikleri konularda hayali arkadaşları söylüyormuş gibi aktarabilirler. Yani bu arkadaş sizin çocuğunuzun iç dünyasını daha iyi anlamanıza yardımcı olabilir.
   
Bunlara dikkat ederseniz evinizdeki bu hayali misafir bir süre sonra yavaş yavaş ortadan kaybolacak, unutulacak.  
      Ama..
      Çocuğunuz hayali arkadaşıyla gerçek arkadaşlarından daha fazla zaman geçiriyorsa, sosyal ilişkiler kurmakta zorluk çekiyorsa, fazlasıyla içe kapanıksa  ya da hayali arkadaşına aşırı bağımlıysa, bu arkadaşlık çocuk okula başladıktan, yaşıtlarıyla beraber çok daha fazla zaman geçirme fırsatı bulduktan sonra da devam ediyorsa bir uzmandan yardım almak en doğru yol olacaktır. Bunu da unutmayın. 

     Psikolog Irmak GÜRCAN KERİMOĞLU


Kardeş Geliyor..


Heyecanı, hazırlığı, endişesi, mutluluğu ve elbette zorlukları..
Bir çocuk sahibi olmakla ilgili her birimizin söyleyecek onlarca cümlesi var. 
İlk kez anne baba olmaya hazırlanıyorsanız tüm dünya önce sizin sonra da bebeğin etrafında dönecek elbette. Ama ikinci ya da üçüncü kez anne baba olmaya hazırlanıyorsanız durum çok farklı.. 
Artık hislerini önemsemeniz, ihtiyaçlarını gidermeniz gereken biri/birileri daha var. 
Üstelik şimdilik sizin için herkesten ve her şeyden önce geliyor.
En kıymetliniz o ve onun hayatını bütünüyle değiştirebilecek büyük bir değişiklik kapıda. 
Bir yandan ona ömür boyu omuz verecek bir kardeş veriyor olmak rahatlatıyor belki içinizi ama bir yanınız ilk göz ağrınızın tahtını sallıyor olmaktan endişeli.. 
Sizin kafanız, hisleriniz bile bu kadar karışıkken, çocuğunuzu bir kardeşe nasıl hazırlayacaksınız? 

Önce çocukların gözünden bakarak başlayalım işe. 

Çocukların kardeş algısı hakkında fikir sahibi olmak için bir kreşte 3,4 ve 5 yaş gruplarıyla tek tek yaptığım görüşmelerden özellikle ayırdığım birkaç not var. 3 ay ve daha kısa süre önce kardeşi olan çocukların sözleri bunlar. 


Eve geldi. Çok küçükmüş. Bir sürü misafir geldi, herkes bebeğe hediye getirdi. (Kız,3 yaş)
Annem sürekli onu kucağında tutuyor, hiç bırakmıyor. (Kız, 4 yaş)
Ben de kardeşimi seviyorum ama annem yanında uyuyor. Artık evde bağırmak yasak, bebek uyanıyor. (Erkek, 4 yaş)

Sürekli ağlıyor ama kimse ona kızmıyor, ben ağlasam kızarlar. (Erkek, 5 yaş)



Çok küçük, hep uyuyor, ben böyle kardeş istemiyorum. (Kız, 4 yaş)
Çocuklar bizim kadar karmaşık değiller. Görünen neyse ona inanırlar. 
İşte o yüzden çocuğunun gözünden bakabilmek anne babaya onun hislerini anlamada ciddi avantaj sağlar. Karşınızda bir yetişkin değil, küçük bir çocuk olduğunu unutmamanız lazım.
İşte bu yüzden eğer çocuğunuz kardeşini çok kıskanıyorsa, o değil "siz" bir yerde hata yapıyorsunuz demektir. 

Ne zaman?


Öyle herkese geçerli bir reçete yok elbette. Çocuğunuz için en doğru kararı siz vereceksiniz. 

Her ailenin yapısı, dinamikleri farklı, kendine özgüdür. Ekonomik şartlar, psikolojik hazırlık, bebeğin bakımında anneye yardım edecek kişi veya kişilerin varlığı gibi birçok farklı etken var ve her ailede şartlar farklı zamanlarda olgunlaşabilir. 
Ama dikkat etmek gereken birkaç nokta var elbette. 

Annenin ilk doğumdan sonra hem fiziksel hem de psikolojik olarak kendini toplayabilmesi, ikinci bir bebeğin sorumluluğuna hazırlanması için bir süreye ihtiyacı olduğu gerçek. Bazılarımız için daha az, bazılarımız için daha fazla ama sonuçta hepimiz için biraz zamana ihtiyacı var mutlaka. 

Bir diğer kritik zaman da ilk çocuğun anaokulu, kreş ya da ilkokula başladığı zaman.

Her ne kadar anne babalar için ilk çocuğun okula başladığı yıl ikinci çocuğa sahip olmak büyük kolaylık gibi görünse de, çocuk “annem babam yeni bebek geldiği için beni evden uzaklaştırıyorlar” diye düşünebilir.
Bu düşünce çocuğun hem okulla sorun yaşamasına hem de kıskançlığın dozunun artmasına sebep olabilir. Eğer kardeşi doğduğunda çocuğunuz tam da anaokuluna/kreşe başlama çağındaysa ona biraz zaman verin. Evde bir süre sizinle kalsın, kardeşinin varlığına alışsın okula ondan sonra başlasın.
Çocuğu kardeşe nasıl hazırlamalı?
Okul dönemindeki çocuklara kardeşlerinin olacağını anlatmak okul öncesi dönemdeki çocuklara göre daha kolay. Çünkü okul dönemindeki çocukta gerçeklik ve zaman algısı biraz daha iyi oluşmuştur. Yani karışık açıklamalarınızı biraz daha iyi anlayabilir hale gelmiştir. Ancak yine de uzun, bilimsel açıklamalar yerine kısa ve net bir açıklama yapmanız daha mantıklı. En önemlisi ise sorduğu soruları yanıtsız bırakmamak. 

Okul öncesi çocuklarda ise durum biraz daha karışık. Bu dönem çocukları kardeş haberini aldıktan sonra her gün annesine bebeğin ne zaman geleceğini sorabilir, bebeğin anne karnına nasıl girdiğini  nasıl çıkacağını öğrenmeye çalışır, bebeğin kendisiyle doğar doğmaz oyun oynayabileceğini hayal eder. Bu merak ve heyecan anne babayı bunaltabilir. İşte bu yüzden çoğu zaman anne babalar çocuğa bir kardeşi olacağını olabildiğince geç söyleme yolunu seçebilirler. 

Ama dikkat etmek gereken bir nokta var. Hamileliğiniz belli olduğu ve çevrenizdekiler durumu fark edip yeni bebekle ilgili konuşmaya başladığı andan itibaren ilk çocuğunuz farklı bir şeyler yaşandığını duyar ve anlar. Bir de hamilelik bulantıları, ağrıları ya da halsizlik nedeniyle çocuğunuzla eskisi kadar çok vakit geçiremiyorsanız endişeleri de artar. Eğer siz onun yaşına uygun bir açıklama yapıp içini rahatlatmazsanız bu belirsizlik çocuğunuzun kafasını karıştırır, huysuzluklarının artmasına sebep olabilir. 

Yani hamileliğinizin çevreniz tarafından anlaşılmaya başladığı dönem, evdeki minik abla ya da ağabeyi bilgilendirmek için uygun zamandır diyebiliriz. 
Ona küçük bir kardeşi olacağını, tıpkı anne babası gibi abla/ağabeyine de çok ihtiyaç duyacağını anlatmalısınız. 
Tabi sizin kısa, net açıklamalarınız çocuğunuz için yeterli olmayacak.
O sormaya devam edecek.
"O bebek karnına nasıl girdi, nereden çıkacak, bebek nasıl olur" en bilinçli anne babalar bile bu sorularla afallıyor.
Çocuğunuzun sorularını mutlaka cevaplayın.
Ama bu cevapların yaşına uygun olması çok önemli.
Eğer nasıl cevap vereceğinizi bilemiyorsanız, ondan zaman isteyin.
"Bunu sana en doğru şekilde açıklamam için bana birkaç dakika verir misin?" diyebilirsiniz.

Ama bu sürenin sonunda gereken açıklamayı yapmayı unutmayın. Amacımız çocuğa sorusunun unutturmak değil. Sadece doğru yanıtı bulmak.

Hamilelik süresince okul çağındaki minik ablanın/ağabeyin karnınıza dokunarak bebeği hissetmesine izin verebilirsiniz,  hatta bebek büyüdüğünde ultrasonda görmesine de izin verebilirsiniz. Böylece çocuğun kardeşe dair beklentileri de daha gerçekçi olur.

Birçok çocuk, doğar doğmaz oyun arkadaşlığı edeceği bir kardeş beklerken, küçücük bir bebekle karşılaşınca hayal kırıklığı yaşıyor, bu yüzden de kardeşine karşı daha tahammülsüz davranabiliyor.

Bebek alışverişleri de abla/ağabeylerin bebeğe alışmasını kolaylaştıran bir fırsata dönüşebilir.
İlk çocuğunuzun kardeşi için bir şeyler seçmesine izin verin. “Sence hangisi kardeşine daha çok yakışır?" diye sorun ve en azından birkaç kez onun beğendiklerini alın. Böylece kardeşinin hayatında kendine bir rol çizmesine yardım etmiş olursunuz. 
Tabi bu alışverişlerde sadece bebeğe değil, küçük de olsa abla/ağabeye de bir hediye almak, unutulmadığını, ikinci plana atılmadığını hissettirir. İlla büyük hediyeler almaktan bahsetmiyorum. 
Küçük ama hoşuna gidecek hediyeler seçmeniz en güzeli. 

Sakın ama sakın çocuğunuza “Sen ilk göz ağrımızsın, en çok seni seviyoruz, o daha bebek hiçbir şeyi kendisi yapamıyor o yüzden hep yanındayız, onun için onunla ilgileniyoruz, zaten o çişini kakasını da altına yapıyor, pis kokuyor” gibi şeyler söylemeyin!
Anneanne, babaanne, dedelerin bunları söylemesine de asla izin vermeyin!
O kadar çok aile bu hatayı yapıyor ki.
Siz çocuğunuzun daha iyi hissedeceğini zannederken onun küçücük zihnine kocaman bir soru yerleştirmiş oluyorsunuz; “Bugün beni daha çok seviyorlar, ama yarın bir hata yaparsam o zaman kardeşimi daha çok sevebilirler. Benim yanımda onun kötü yanlarını anlatıyorlar belki de onun yanında benim kötü huylarımı anlatıyorlardır.”  
O yüzden siz siz olun, çocuğunuza bir kardeşi olacağını söylediğiniz andan itibaren, ikisini de hep, çok ve eşit seveceğinizi söyleyin. Söyleyin ki çocuğunuz bir gün kardeşinden daha az sevilme korkusu yaşamasın.

Doğum

Sancı ve doğum sürecini okul öncesi çağdaki çocuğunuzun sizinle yaşamasına izin vermeyin.
Sizin acı çektiğinizi görmek, onun kardeşini suçlamasına neden olabilir.
En doğrusu doğum sancılarını hissettiğinizde ona bir şey belli etmeden, sevdiği ve sık sık yanında kaldığı (anneanne,babaanne) bir yakınıyla evde bırakmaktır.

Ama kardeşi doğduktan sonra mutlaka anne ve kardeşinin yanına gelmeli.

İlk karşılaşma 

Kardeşlerin birbirlerine dokunmasına izin verin mutlaka. Ağabey/ablanın minik parmağını küçük kardeşinin avucunun içine koyun. Bebek refleks olarak sıkacaktır ve inanın iki kardeşin birbirine bağlanması için bundan güzel bir başlangıç olamaz.
Çocuğunuza kardeşinin onu sesinden, kokusundan tanıdığını, ağabeyinin/ablasının elini sıkıca tuttuğunu söyleyin. Küçük abla/ağabeyin kendisini ne kadar önemli hissettiğine ve kardeşine kol kanat germeye başladığına tanık olacaksınız.
İlk andan "aman dikkat et, aman sıkı tut" demeye de başlamayın lütfen, çevrenizdekilerin çocuğunuzu tedirgin edecek böyle uyarılar yapmasına da izin vermeyin. Aslında en güzeli anne baba ve çocuklar bu ilk ve önemli karşılaşmada baş başa kalabilmeniz. Yakınlarınızdan birkaç dakika odanızdan çıkmalarını isteyin. Kimse kırılmayacaktır. Ve emin olun sakin bir ortamda ömür boyu aklınıza kazınacak harika bir buluşma yaşayacaksınız. 

İkinci bebeği görmeye gelenler hediyelerle gelecektir.
Bu aşamada da en azından anneanne, babaanne, dedeler, halalar, teyzeler gibi en yakınlarınızdan, ablaya/ağabeye de ufak tefek hediyeler getirmesini isteyebilirsiniz. Bunlar onun artık bir abla/ağabey oluşunu kutlamak için alınan küçük hediyeler. 
Unutmayın bir kardeşi olsa da o da küçük bir çocuk.
Siz şartları bu gerçeği unutmadan hazırlarsanız, kıskançlık ihtimalini de mümkün olduğunca aza indirirsiniz. 


Kardeş eve geldi, şimdi ne yapmalı?
Zor günler sizi bekliyor. Her ne kadar daha önce anne/baba olmuş olsanız da yeni bebek yeni alışkanlıklar demek. Birbirinize uyum sağlamanız zaman alabilir. 
Kendinizi bu telaşa kaptırıp ilk çocuğunuzu ihmal ederseniz o güne kadar aklının bir köşesinde “acaba”larla kardeşini bekleyen çocuğunuzun endişelerini haklı çıkarmış olursunuz. 
Elbette yeni bebek vaktinizin büyük bölümünü alacak ama unutmayın uzun zaman değil, kaliteli zaman önemlidir. 
Yani siz tam bebeğin altını değiştirirken gelip size çizdiği resmi ya da bir oyuncağını göstermeye çalışan minik abla/ağabeye “dur şimdi olmaz” der, kestirip atarsanız sonra akşam bebeği uyutup saatlerce yanında otursanız da, önemi yok. Çoğu zaman çocuğunuz sizi deniyor, bebekle ilgilendiğiniz bir anda acaba onunla da ilgilenebiliyor musunuz test ediyor. O yüzden böyle kritik anlarda gerçekten dikkatli olmalısınız. 
Elbette bebeği oracıkta bırakıp diğer çocuğunuzla ilgilenemezsiniz, o zaman abla/ağabeyden yardım istemek en doğrusu. 
Harika bir resim yapmışsın, bütün ayrıntılarına bakmak istiyorum ama önce gel beraber kardeşinin altını değiştirelim sonra rahat rahat bakalım, bezi ve mendilleri bana uzatabilir misin, sen olmasan tüm bunlarla nasıl başa çıkardım bilmiyorum. Kardeşinin iyi ki senin gibi bir ablası/ağabeyi var

Sizce bu türde cümlelerin çözemeyeceği bir kriz olabilir mi? 


Minik abla/ağabey onu sevdiğinizi ve önemsediğinizi biliyor ve kardeşinin hayatında da önemli bir yeri olduğunu düşünüyor. Bebeğin bakımı konusunda ilk çocuğunuzdan yardım istemek gerçekten de kıskançlığı azaltmanın en iyi yoludur. Kardeşlerin birlikte vakit geçirmesine ne kadar izin verirseniz, aralarındaki bağı o kadar kuvvetlendirirsiniz. Bebeği bir koltuğa yatırıp ablasının/ağabeyinin yanına uzanmasına izin verin. Ona dokunmasına, sevmesine izin verin. Sert davrandığını hissederseniz, bebeğin küçük olduğu, canının daha kolay yanabileceği konusunda sakince uyarabilirsiniz. Elbette tüm bunlar yaşanırken gözünüz hep üzerlerinde olsun, unutmayın artık abla/ağabey olmuş olsa da küçük bir çocuktan bahsediyoruz, bazen istemeden, bazen de anlık bir kıskançlıkla kardeşine zarar verebilir.    

Geri dönüşlerden korkmayın!

İkinci bebeğiniz doğduktan sonra büyük kızınızın/oğlunuzun davranışlarında ufak tefek değişimler olması da son derece normal.
Emziği uzun süre önce bırakmış çocuğunuzu kaşla göz arası kardeşinin emziğini kapıp emerken görürseniz, panik yapmayın hatta tepki vermeyin. Görmemiş gibi davranın.
Farkı bir zamanda dertleşiyormuş gibi verin mesajı; "Kardeşin ne zaman senin kadar büyüyüp,emzik emmeyi bırakacak çok merak ediyorum".
Bu tip geri dönüşler sizi korkutmasın. 
Püf noktası bunların üzerinde durmamak. 

Evinizin küçük "büyüğü" bu yolla dikkati üzerine çektiğini bir kez fark ederse bunu kullanmaya başlayabilir.


Yeni bebek gelince abla/ağabeyle ne kadar zaman geçirilmeli?
Bu tamamen sizin o güne kadarki alışkanlıklarınızla ilgili aslında. Bazı ailelerde tek çocuk olmasına rağmen kaliteli geçirilen zamanlara az rastlanırken, bazılarında birden fazla çocuk anne babalarıyla yeterli vakit geçirebiliyor. 
En önemlisi kardeş geldikten sonra ilk çocuğun hayatında onu tedirgin edecek büyük değişikliklerin olmaması. 
Nedir bu değişiklikler? O güne kadar anne babanın odasında yatan çocuk yeni bir bebek gelince ayrı odada kalmaya zorlanırsa elbette kardeşine karşı öfke duyar. Yeni bebeğin onun yerini aldığını düşünür. Aynı şekilde o güne kadar annenin yedirdiği abla/ağabey bir anda kendi kendine yemesi için masaya oturtulursa elbette bocalar. 
Yeni bebeğin doğumundan bir süre önce ilk çocuğun eğer yaşı da uygunsa bu becerileri kazanmış olması işleri kolaylaştırıyor. Unutmayın çocuğun kıskandığı tek şey, sevgi ve ilgi. 
Gerçekte öyle olmasa bile vereceğiniz yanlış mesajlar çocuğunuza sevgi ve ilginizin azaldığını düşündürebilir.
Aynı şekilde ilk çocuğa karşı aşırı bir ilgi  ve taviz de doğru değil. Çoğu zaman anne babalar kardeş geldiğinde evdeki kuralları esnetmeye, büyük çocuğun hatalarını görmezden gelmeye başlar. Oysa çocuklar düzeni sever, istikrarı sever, öyle daha güvende hisseder. Bebeğin gelişi evin düzenini değiştirmemeli. Çocuk o güne kadar nasıl bir aile içinde yaşadıysa aynı aile yapısıyla devam etmeli ki kendisini güvende hissetsin.

Yapılan bir diğer önemli hata da, anne yeni bebekle ilgilenirken babanın ilk çocuğun bakımı ve sorumluluğunu ele alması. Görünürde çocukla sürekli ilgilenen bir ebeveyn var ama unutmayın çocuğun hem annesine hem de babasına ihtiyacı var. 


İşin kötüsü bu hataya çoğu zaman biz anneler sebep oluyoruz. Bebeklerimizi babalara emanet ederken endişelerimiz ağır basıyor. Ama yapmayın, yapmayalım! 

Zaman zaman bırakın, bebeğinizle babası ilgilensin, gazını çıkarsın, pış pışlasın, uyutsun ve siz de ilk göz ağrınıza zaman ayırın. Beraber oyun oynayın, resim çizin yani yeni bebek gelmeden önce ne yapıyorsanız onu yapın. Ama lütfen bu vakti televizyon başında geçirmeyin.  

Bu arada gösteremediğiniz ilgiyi, beraber geçiremediğiniz zamanı sakın ola ki hediyelerle telafi etmeye çalışmayın. Aslında bu sadece çocuğun kardeşi olduğunda değil, her zaman geçerli bir kural. Hiçbir oyuncak, ne kadar pahalı olursa olsun çocuğunuzu sizin ilginiz ve doya doya gösterdiğiniz sevginiz kadar mutlu edemez.


İlk çocuğun yaşam alanına izinsiz girmeyin!


Bir kardeşi olması zaten en çok değer verdiği iki kişiyi anne babayı paylaşıyor olması demek. Çocuğunuzun bunu sorunsuz kabullenmesi için, ilgi ve sevginizin sürekliliğiyle onu ikna etmelisiniz. Üstelik sadece anne babasını değil, değer verdiği tüm diğer yakınlarını, belki odasını, oyuncaklarını da paylaşmak zorunda kalacak. Bu aşamada izin almak çocuğunuza fikirlerine önem verdiğiniz mesajını verir. Artık oynamıyor olsa bile herhangi bir oyuncağı kardeşine verirken, abla/ağabeyden onay almanız, hatta onu da sürece dahil etmeniz önemli. Aksi takdirde öfkeyi de, kıskançlığı da artırabilirsiniz. 


Kıskanan ablaya/ağabeye ceza vermeli mi?
Kıskanmak son derece doğal bir his, eğer şiddeti çok fazlaysa da çocuktan çok anne babanın davranışlarında bir hata var demektir. 
Bir çocuğu kardeşini kıskandığı için asla suçlamayın. 
Çocuklar kıskançlıklarını bazen sözlerle ifade eder. “Onu istemiyorum, gitsin bu evden, nereden geldiyse geri gitsin, camdan atarım, düşsün ölsün” diyebilir abla/ağabey.
Anne babaları korkutan bu sözler temelde masum bir sevgi ve ilgi arayışından ibarettir. 
Bazen de kıskançlık fiziksel hale dönüşür. Abla/ağabey fırsatını buldu mu kardeşinin saçını çeker, etini sıkıştırır, vurur. Yakalandığında ya öfkelenir ya da aslında seviyormuş gibi yapar, anne babasının öfkesinden kurtulmaya çalışır. 
Öncelikle tüm bunların normal olduğunu unutmayın. Böyle davranan tüm çocuklarda bir sorun var diyemeyiz, sadece endişeli olduklarını ve anne babalarından ilgi ve sevgi görmek istediklerini kesin olarak söyleyebiliriz. 
Kıskanan çocuğa ceza vermek, kızmak ya da karşınıza oturtup uzun uzun vaaz vermek çocuğun kıskançlığını artırmaktan başka işe yaramaz. 
Okul öncesi çocuk için sözlerin çok önemi yoktur, davranışlarınız yol göstericidir.


İlk bakışta zor gibi görünüyor değil mi? 
Hem sizi hem de o güne kadar evin tek çocuğu olan bebeğinizi zorlu bir sınav bekliyor. 
Hatta belki onun küçücük omuzlarına bu yükün fazla geleceğini düşünüp vicdan azabı çekiyorsunuz. Oysa kardeş, onun yüküne her zaman omuz verecek, ona destek olacak tek kişi.  
Çocuğunuz ne kadar şanslı ki ona bir kardeş veriyorsunuz. 
Bu ona verebileceğiniz tüm hediyelerden daha değerli..

Psikolog Irmak Gürcan Kerimoğlu
(Dünya'nın ve Nefes'in annesi ve Doğa'nın ablası)