Sizden Gelen Sorular..


Anne Baba Sınıfı'nda buluştuğum anne babalarla sohbetimiz her defasında planladığımızdan uzun sürdü. Annelerin babaların soracak çok sorusu vardı. Her ne kadar hepsini yanıtlamaya çalışsam da saatler bize yetmedi. İşte bu noktada teknolojinin nimetlerinden yararlanıyoruz, Anne Baba Sınıfı'nda sizden gelen soruları ve yanıtlarını buradan paylaşıyorum.Hem böylece bizimle buluşamayan, ama aynı sorulara cevap arayan anne babalara da yol göstermiş oluruz..



Bu iki soruyu birlikte değerlendirebiliriz. Biri 40 yaşında 3 çocuklu üniversite mezunu bir baba, diğeri 34 yaşında tek çocuk sahibi ilkokul mezunu bir anne. 
Anneler,babalar.. Çocuklarınızı asla ama asla diğer çocuklarla kıyaslamayın. Çoğu zaman yapıyoruz bu hatayı, daha çalışkan olan abla, üniversiteyi kazanmış bir komşu çocuğu ya da uslu uslu oturan bir akraba çocuğunu gösterip, "sen neden böyle değilsin" diyoruz çocuklarımıza. Şimdi gelin kendimizi çocuklarımızın yerine koyalım.
Anneler, eşiniz sofrada sürekli "annemin yemekleri daha güzel, sen neden onun gibi pişiremiyorsun" dese hoşunuza gider mi?
Babalar, eşiniz sürekli "bak komşunun kocası daha çok para kazanıyor, sen neden kazanamıyorsun" diye söylense rahatsız olmaz mısınız?
İşte sürekli diğer çocuklarla kıyaslanan çocuk da tıpkı böyle hisseder. Bu kıyaslama çocuğu daha iyiye yönlendirmez, sadece öfkelendirir. Hem size karşı hem de kıyasladığınız o kardeş, akraba ya da arkadaşına karşı. Çocuğunuzun eksikliklerini, hatalarını, yanlışlarını sürekli yüzüne vurmak yerine olumlu yönlerine dikkat çekin. Başarılarını övün, doğrularıyla gurur duyduğunuzu gösterin. Her insan takdir edilmeyi sever, çocuğunuz da sizden gelen bu olumlu tepkileri sürekli alabilmek için kendi kendini olumlu yönde motive edecektir. Aksi takdirde elinizde sadece bozulan anne-baba-çocuk ilişkisi kalır unutmayın.



Bu iki çalışan annenin kaygılarını paylaşmayan var mı aramızda? Hayat koşulları yüzünden artık çoğumuz  küçücükken çocuklarımızı anneanne/babaanne ya da bakıcıya bırakıp işin yolunu tutmak zorunda kalıyoruz. Ve işte o günden itibaren içimizi bir vicdan azabı kemirmeye başlıyor. "Acaba iyi bir anne değil miyim" diye. Keşke hepimiz en az iki yıl çocuklarımızla kalabilsek evet en doğrusu bu, ama madem şartlar buna izin vermiyor, gelin kendimizi suçlamayı bir kenara bırakalım sevgili çalışan anneler. Gün boyu evde olup da çocuklarıyla iletişim kurmayan anneler tanıdım. Dolayısıyla mesele çocuğunuzla kaç saat geçirdiğiniz değil, çocuğunuzla ne paylaştığınız unutmayın. Siz siz olun suçluluk duygusuna kapılıp, her akşam eliniz kolunuz dolu dönmeyin eve. Hediyelerle kaybettiğiniz zamanı telafi etmeye çalışmayın. Unutmayın çocuğunuz sizin yani annesinin yolunu gözlüyor, annesini özledi, bu kavuşma anını hediyelerle bulandırmaya hiç ama hiç gerek yok. Yeter ki akşam eve döndüğünüzde ya da haftasonları kendinizi evin işlerine, yemeğe, çamaşıra kaptırıp çocuğunuzu ihmal etmeyin, işte bu hata olur. Bir de işe giderken çocuğu kandırmayın, "hemen geliyorum bakkala gidiyorum" deyip evden kaçmayın. Bu şekilde çocuğun güvenini kaybedersiniz. Çocuğunuza "çalışmak için işe gitmek zorundayım ama akşam geleceğim ve beraber vakit geçireceğiz" demelisiniz. Kandırmak belki size daha kolay gelecek ama emin olun uzun vadede dürüstlük anne çocuk ilişkisini çok daha olumlu etkiler. Çalışan annelerin eşlerine de daha fazla iş düşüyor aslında. Sorumlulukları paylaşmak hem iş, hem ev, hem de çocuklarıyla ilgilenmek zorunda olan annenin omuzlarındaki yükü hafifletir, böylece de çalışan annenin stresini azaltır.



İşte tipik bir ergen ve ne yapacağını bilemeyen annesi..
Ergenlik dönemi insan hayatının en fırtınalı dönemlerinden biri. Gençler bu dönemde değişen bedenlerine, değişen seslerine, değişen hislerine alışmaya, uyum sağlamaya çalışıyorlar. Yani işleri gerçekten zor. Bir yanları çocuk kalmak isterken bir yanları yetişkin olmalıyım diyor. Bu yüzden bazen beklemediğiniz kadar olgun bazen küçücük bir çocuk gibi inatçı olabiliyorlar. Aslında içten içe anne babalarının takdirini kazanmayı çok önemserken, sanki annelerini babalarını beğenmez gibi davranabiliyorlar. Arkadaşları, aşkları hayatlarının merkezine oturuyor. Dersleri iyi giden çocuklar birden bire okulu boşlamaya başlayabiliyor. Ve elbette çocuk kadar anne babasının da kafası karışıyor. Ergenlik döneminde iş daha çok anne babalara düşüyor aslında. Kendini bulma çabasındaki çocukla çatışmayı, onu kurallarla baskılamayı seçmek de bir yol ama sadece işleri daha da zorlaştırır. Bir ergen sabrınızı zorlamak için uğraşıyormuş gibi dursa da siz anne babalar sakin ve tutarlı olmalısınız. Hayatının o döneminde isyan etmeyi, karşı çıkmayı bağımsızlaşmak olarak görüyor çocuk (tıpkı iki yaş sendromunda olduğu gibi) sizinle inatlaşması kimliğini bulmaya çalışmasından. Unutmayın karşısındaki delikanlının ya da genç kızın boyu boyunuzu geçmiş bile olsa, o henüz bir yetişkin değil. Eleştirilmeye değil, doğru yaptıklarıyla ilgili cesaretlendirilip yolunu bulmaya ihtiyacı var. Elbette bırakın çocuk her istediğini yapsın demiyorum. Kurallarınız olmalı, çocuğunuz bu kurallara uyması gerektiğini yoksa çeşitli cezalar alabileceğini bilmeli. Ama yetişkinlik yolunda ilk adımını atmış bir gence de her dediğinizi yaptırmaya kalkmayın. Uzlaşma yolunu seçmeniz, birlikte konuşarak hatta yeri geldiğinde sakince tartışarak orta yolu bulmanız gerekiyor. Karşınızda her an patlamaya hazır bir bomba var unutmayın, siz de elinizde körükle ateşe koşmayın. Eğer gerçekten sinirlerinize hakim olamayacağınızı hissederseniz biraz uzaklaşmak en doğrusu, sakinleşip sorunu öyle çözmeye çalışmalısınız. Aynı şey ergenlik dönemindeki çocuğunuz için de geçerli. Bu dönemde gençler ani patlamalar küçük çaplı krizler yaşayabiliyor. Bu anlarda üzerine gitmek yerine biraz yalnız kalmasını ve sakinleşmesini sağlamaya çalışın. Aslında zaten ergenlik döneminde çocukların çoğu yalnız kalma eğiliminde oluyor, onların özel alanlarına ve anlarına saygı duymalısınız. Odalarına kapı çalarak girmeniz onlara saygı duyduğunuzu göstermenizin en basit yoludur. Siz anne ya da baba olarak çocuklarınızı anladığınızı ve hislerine saygı duyduğunuzu gösterirseniz çocuğunuz sizinle o kadar çok şey paylaşır. Yol ayrımlarında size danışır. Ergenlik dönemini her çocuk ve aile farklı geçirir elbette ama çocuklarıyla ergenlik öncesi sağlıklı paylaşımcı bir ilişki kurmayı başarmış anne babaların ve çocuklarının bu yılları daha sancısız atlattığı da bir gerçek..

devamı gelecek..


Psikolog Irmak Gürcan Kerimoğlu
Ankara/2012








Evlilik Olmayabilir Ama Anne Babalık Ömür Boyu..

Kimse günün birinde, onca emek verdikten sonra, boşanmak üzere çıkmaz yola. 
Başlarken herkesin hayalleri vardır. Umutları, beklentileri benzerdir.
Ama bazen işler yolunda gitmez, ilişki yürümez. 
Çoğu çift, eğer çocukları yoksa çok daha kolay alır yolları ayırma kararını ama eğer ortada çocuk / çocuklar varsa karar vermek zorlaşır.
Eş olmanın ötesinde anne ve baba olarak cevaplanması zor sorular ortaya çıkar. 


Boşanırsak çocuğumuza ne olacak, kimle kalacak?
Bu durumdan nasıl etkilenecek?

Boşanma kararı çocuklara nasıl söylenecek?
Ayrıldıktan sonra çocuklara nasıl davranmak gerek?
Acaba her ne olursa olsun çocuk için bir arada mı kalmalı?
Yoksa bu huzursuz ortama bir son vermek en doğru seçenek mi?
Ve daha onlarcası..



Öncelikle unutmayın, hayatta her şey insanlar için.
Ne ilk sizin başınıza geliyor, ne de son siz olacaksınız.
Tatsız bir süreçten bahsediyoruz. Kaygılar, göz yaşı, acı ve krizlerin yaşanması ihtimal dahilinde. 

Zorlanacaksınız.
Herkes zorlanır.
Belki hatalar yapacaksınız.
Herkes yapar.
Bunları baştan kabullenirseniz atlatmanız daha kolay olacak.
Kendinize haddinden fazla yüklenmenin alemi de yok. 

"Bir evliliği yürütememiş olmak sizi kötü bir insan, kötü bir anne ya da baba yapmaz!"

Boşanmayla ilgili ilk ve belki de en büyük zorluk kararın kendisi aslında. Yavaş yavaş değişiyor olsa da bizim genel yapımız kol kırılsa da yen içinde tutmaktan yana. Hele bir de işin içine aileler girerse "çocuklar için" evliliğin sürdürülmesi gerektiğini duyarsınız çoğunlukla. Temelde iyi niyetli bu tavsiyeler üzerinizde daha büyük bir baskı kurabilir. O nedenle evliliğinizde yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunu hissediyor, çözüm bulmakta zorlanıyorsanız, eş dost ve aileleri konuya dahil etmeden önce biraz beklemenizi tavsiye ediyorum.
Eğer evliliğinizde sorunlar yaşıyorsanız, konuşmanız gereken ilk kişi eşiniz.
Küslükler, alınganlıklar, içe atmalar sorunları çözmez, tam tersi büyütür.
Bazen çiftler arasında iletişim kopar ve oturup konuşmak, çözüme birlikte ulaşmak zorlaşır.
İşte o zaman da, bir uzman göze ihtiyacınız var.
Bu söylediklerim yanlış anlaşılmasın, danışacağınız uzman, sihirli bir değnekle tüm sorunları ortadan kaldıracak ya da tek başına evliliğinizi kurtaracak değil. Sadece sizin bir çift olarak doğru iletişim kurmanıza, kendi his ve düşüncelerinizi keşfetmenize yardımcı olacak.
Yani sonuçta evliliğinizi sürdürüp sürdürmeyeceğinize siz karar vereceksiniz.

Çocuğunuza haksızlık ettiğinize dair vicdan azabı duyuyor olabilirsiniz.
Ama..

Elinizden gelen çabayı göstermenize rağmen evlilik ilişkinizi devam ettiremiyorsanız, mutlu olamıyor, mutlu edemiyorsanız, çatınızın altında fiziki anlamda bir aradayken yaşanacak huzursuz günler, çocuğunuzun mutlu bir çocukluk yaşamasını sağlamayacak.
Siz hissettirmediğinizi zannedersiniz ama çocuklar evde bir gerginlik varsa bunu anlar.
Siz kapalı kapılar ardında duyurmadan tartışıyoruz sanırsınız ama çocuklar evde kavga yaşandığını bilir.
Siz sadece çocuğunuz için evliliğinizi sürdürüp ona iyilik yaptığınızı zannederken, kendinizi yok sayarsınız. Bu yok sayış sizi içten içe daha öfkeli, daha sabırsız bir anne ya da baba yapar. Ve bunun acısı kimden çıkar biliyor musunuz?

Çocuğunuzdan. 

Her zaman söylerim "mutlu" bir çocuk yetiştirmek için anne ve baba olarak önce sizin "mutlu" olmanız gerekiyor. 
Kararınızı verirken tüm bunları göz önünde bulundurun. 

Evliliğinizi kurtarmanın mümkün olmadığına karar verdikten sonra  çıkacağınız yol, dikkatli ve ortak adımlar atmanızı gerektiren bir yol. Yakın zamanda artık "eş" olmayacaksınız ama "anne-baba" olmaya devam edeceksiniz. Bu yüzden aynı masada oturup konuşabilecek, tartışmadan sohbet edebilecek, birlikte karar alabilecek düzeyde bir iletişimi sürdürüyor olmak gerek. 

Boşanma kararı aldıysanız, bunu ailelerinize, yakın çevrenize, arkadaşlarınıza söylemeden önce çocuklarınıza söyleyin. Çocuğunuz çevresinde fısır fısır konuşan, yüzüne bakıp iç geçiren, ah vah eden yetişkinler nedeniyle endişelenmesin.  Anne ya da babası hakkında olumsuz konuşmalara tanıklık etmesin.
Çocukları düzeni sever.
Düzenlerinin bozulması onları tedirgin eder.
En güvendiği kişilerin, yani anne baba olarak sizin bir açıklama yapmayışınız, yaşananları saklı tutma girişiminiz, sandığınız gibi çocuğunuzu sorunlardan uzak tutmaz, onu bir belirsizlik içine çeker. Belirsizlik de çocukları huzursuz eder.   


Çocuğunuza, çocuklarınıza boşanma kararınızı açıklarken, onların yaş ve gelişim özelliklerini göz önünde bulundurmanız önemli. Okul öncesi dönemdeki bir çocukla, ergenlik dönemindeki bir gencin kararınızı  yorumlayışı farklı olur. Ama temelde tüm çocuklar boşanmadan benzer sebeplerle korkar. 

-Anne ya da babasını kaybetmek/görememek 
-Anne ya da babası tarafından artık sevilmemek  

Anne/baba olarak üzerinize düşen en büyük sorunluluk çocuğunuzun bu kaygılarını azaltmak, her koşulda onun yanında olacağınızı, onu sevmekten asla vazgeçmeyeceğinizi ona anlatmak, anlatmaktan öte bunu ona kanıtlamak. 


0-2 yaş:       
Birçok kişi, bu yaş dönemindeki çocuğun çok küçük olduğu ve hiçbir şey anlamayacağını düşünür. Çocuğa açıklama yapılması gerekmez zaten yapılsa da anlamaz sanıyorsanız,
yanılıyorsunuz!

6 aylık bir bebek bile hayat düzenindeki değişiklikleri anlar.
Anne ya da babanın evden ve çocuktan uzak kalışıyla 0-2 yaş dönemi çocuklarda huzursuzluğun artması, gece uyanmalarının ve ağlamalarının çoğalması, daha önce oturmuş olan yeme ya da tuvalet alışkanlıklarının bozulması gibi durumlar yaşanabilir.

Anne ya da baba çocuğun hayatından bir anda çıkar, ilgisinde, beraber geçirdikleri zamanda ani bir azalma olursa bu tip sıkıntıların yaşanması ihtimali artar.

Ne yapmalı?

0-2 yaş arası çocuğun boşanmayla ilgili açıklamalarınızı anlaması imkansız. Karşınıza alıp konuşamazsınız. 
Bu dönemde yapabileceğiniz en önemli şey sevgi ve ilginizi her fırsatta göstermeye devam etmek. Genellikle bu yaş çocukları boşanmanın ardından anneyle kalıyor.
Babanın da uygun zamanlarda bebeğiyle vakit geçirmesi hatta boşanmanın hemen ardından hem eşler hem de çocuk bu duruma alışana kadar sık sık çocuğun yanında olması gerekiyor. 


Bu dönemden başlayarak yapılan en sık hata, çocuğun gönlünü ve sevgisini hediyelerle kazanmaya çalışmak. 
Bu durum sizin sandığınızın tam tersi bir etki yaratır.
Çocuğa eskisinden farklı, ters giden bir şeyler olduğunu hissettirebilir ve onu huzursuz edebilir. 

İlgilenmek demek, beraber kaliteli vakit geçirmektir. 
Hatta işler iyice kötüye gitmeden ve uzlaşarak bir boşanma sağlandıysa özel durumlarda anne babanın birlikte çocukla vakit geçirmeleri çocuğa güven verir.  
Eğer boşanmanız uzlaşarak olmadıysa, bir araya geldiğinizde kavga etmeye başlıyorsanız en azından bir süre bir araya gelmeye gerek yok. Bu çocuğunuzu huzursuz etmekten başka bir işe yaramaz.

3-6 yaş yani okul öncesi dönem

Bu dönemdeki bir çocuk kendisini dünyanın merkezinde görür. Çevresindeki her şey ve herkes onun istekleri ve taleplerine göre hareket etmelidir. Yaşanan her şeyin kaynağı ve sebebi odur. Yani okul öncesi çocuk yaşının gereği olarak benmerkezcidir. 
İşte tam da bu yüzden bu yaş aralığındaki çocuk anne babasının boşanma nedeni olarak da kendisini görebilir. 
“Benim yüzümden” diyebilir ve bu durumda kendisini sorgulamaya başlar. Bazı çocuklarda geri dönüşler yaşanabilir. Örneğin tuvalet alışkanlığını yıllar önce kazanmış olmasına rağmen yeniden altına kaçırmaya başlayabilir. Biberondan süt içmek isteyebilir ya da geceleri yalnız yatmamak için ağlar. 

Ne yapmalı?

İşte bu nedenle okul öncesi dönemdeki çocuğa anne ya da baba evden ayrılmadan önce kısa, net, anlaşılabilir bir açıklama yapmak gerekir. 

Anne ve baba bir arada “biz artık iyi anlaşamadığımız için aynı evde kalmayacağız ama senin anne baban olmaya devam edeceğiz, ihtiyacın olunca yanında olmak için elimizden geleni yapacağız ve seni her zamanki gibi çok seveceğiz”.
Onun hislerini anladığınızı da eklemeyi unutmayın.
“Bu durumun seni üzeceğini biliyoruz ve anlıyoruz. Haklısın ama hep beraber bu durumun üstesinden geleceğiz çünkü biz seni her zamanki gibi çok seviyoruz”. 

Uzun açıklamalar, kendinizi haklı çıkarma çabaları sadece çocuğun kafasını daha da karıştırır. Yapmayın!
Boşanma kararını iki yetişkin olarak aldınız ve kararınızın arkasında durmalısınız. Çocuğunuza bu durumu değiştirmek için bir şey yapamayacağını da hissettirmelisiniz ki çabalamasın.
Sadece açıklama yapmak ve vaadlerde bulunmak yetmez. İlginizin ve sevginizin azalmadığını, azalmayacağını kanıtlamanız da gerekiyor.
Eğer çocuk anneyle kalıyorsa baba  sadece hafta sonları değil  hafta içi de çocuğun hayatına dahil olmalı özellikle de ilk zamanlar. Bir-iki kez alıp kreşe götürmeli mesela. 

Belki evliyken böyle bir şey yapmıyordunuz, hep annesi götürüyordu ama şimdi durum değişti. 
6-11 yaş yani ilk okul dönemi

Okul öncesi dönemdeki çocuk nasıl boşanma yüzünden kendisini suçlamaya meyilliyse, okul dönemi çocuğu da sizi suçlama eğiliminde olacak! 
Genellikle çocuk taraflardan birini seçer, ya anne ya baba. Öfke, kızgınlık hatta nefret duyduğunu söyleyebilir. Görmek istemeyebilir. 
Ama unutmayın, bu buz dağının sadece görünen yüzü.
Suyun altında yani çocuğun iç dünyasında ise her şey çok farklı.
Aslında sizi çok seviyor, kaybetmekten  ve reddedilmekten korkuyor.
Eğer sizi sevmediğini söylüyor, suçluyor diye çocuğunuzdan uzaklaşırsanız aranızda gün geçtikçe uçurumlar büyür.

Ne yapmalı?

Tam tersi ne kadar hırçın olursa olsun, her fırsatta onu çok sevdiğinizi, onun hayatından asla çıkmayacağınızı, onu hiç yalnız bırakmayacağınızı hissettirmeli ve göstermelisiniz.
Üstelik bu yaş aralığındaki çocuğunuzun artık çok önemsediği bir sosyal çevresi, okulu, çok sayıda arkadaşı var.
Çoğu zaman çocuklar bu durumu çevreden gizlemeye çalışabilir. Hatta utanabilir. Bu nedenle okula uyumunda ve derslerinde sorunlar yaşamaya başlayabilir.
Kızmak yerine anlamaya çalışmalı ve destek vermelisiniz.
Çocuğunuzu artık aynı evde yaşamıyor olmak dışında hiçbir şeyin değişmeyeceğine ikna etmelisiniz.

12-18 yaş yani ergenlik dönemi

Boşanmanın sancılarının en şiddetli hissedilebileceği dönemlerden biri de bu. Çünkü çocuğunuzun zaten kendine yetecek kadar derdi var, bedeni değişiyor, sesi, hisleri değişiyor ve onun tüm bunlara uyum sağlaması gerekiyor. 
Yani zaten zor olan bir dönemde bir de boşanma işleri daha da zorlaştırabilir. 
Özellikle ergenlik çağındaki hassas kız çocukları boşanmadan daha fazla etkilenebiliyor, içe kapanabiliyor.
Erkek çocuklarında ise daha çok isyan ve öfke duyguları hakim oluyor. Bu dönemdeki çocuk artık açıklamalarınızı gerçekten sizi kastettiğiniz şekilde anlar. Zaten muhtemelen bir süredir evde yaşanan huzursuzluktan da haberdar. 

Ne yapmalı?

Size düşen, anlayışlı olmak!!
Yaşanacak krizlerde çok hassas olmalısınız. Ergenlik çağındaki çocuklar bazen anne babanın sabrını gerçekten zorlayabiliyor. Çoğu anne baba da bu anlarda “benim derdim bana yetiyor zaten, sen benim neler yaşadığımı biliyor musun”diyebiliyor.
Evet haklısınız zor günler yaşıyorsunuz, omuzlarınızda ciddi bir yük var. Ama unutmayın bu ayrılık sürecinde payı ve karar hakkı olmayan ama en çok etkilenen bir tek kişi var o da çocuğunuz, çocuklarınız.. 

Özellikle ergenlik dönemindeki bir çocuğun sağlıklı bir kimlik oluşturabilmesi için rol modellere ihtiyacı var. Çevrenizde dayılar, halalar, teyzeler, anneanne, babaanne, dedeler olabilir. Ama unutmayın hiçbiri anne ya da babanın yerini tutamaz.
Çocuğun anne ve babasına ihtiyacı var.


Ya krizlerle gelen boşanmalar?
İki taraf hala konuşabiliyor, iki medeni insan gibi sohbet edebiliyor, birlikte karar alıp uygulayabiliyorsa işler biraz daha kolay. 
Ama bazen boşanma süreci öyle bir hal alıyor ki taraflardan biri ya da bazen her ikisi birden ortada bir çocuk, çocuklar olduğunu unutuyor. 
İşin içine karşı tarafı suçlayan akrabalar girebiliyor. 
Ya da en kötüsü anne babanın kendisi karşı taraftan intikam almak için çocukları kullanabiliyor. 

-Çocuk annesi ya da babası hakkında olumsuz konuşmalara, suçlamalara maruz kalmamalı.
Anneanneler, babaanneler, dedeler, halalar, teyzeler, dayılar amcalar ve belki komşular, arkadaşlar..
Çevrenizdeki herkesi uyarın!
Kırılacaklar mı? Kırılsınlar. Alınacaklar mı? Alınsınlar.
Bu konunun çocuğunuz için ne kadar önemli olduğunu anlamanız gerekiyor.
"Bunun babası böyle zaten, kaba saba, anlayışsız adamın tekidir". 

"Anne demeye bin şahit lazım, ne yemek bilir ne eve bakar"..
Öfke anında söylenen bu sözleri duyan bir çocuk iki şeyden birini yapar, ya konuşulanları kabul eder ya da inkar eder. 

İlk ihtimalde anne ya da  babasıyla ilgili zihnindeki imaj zedelenir.
Daha ileri boyutta babasına  ya da annesine kızabilir, nefret edebilir.
Ki bu durum babayı ya da anneyi değil asıl çocuğu etkiler.
Her çocuk için babası en güçlüdür, annesi en özeldir! Bu imajı yıkarak asıl onun hayallerini, güvenini yıkarsınız.

İkinci ihtimal babasını ya da annesini suçlayan kişiye kızar. Çevresindeki birçok kişinin aynı şekilde düşünmesi ihtimaline inanıp sosyal hayatta geride durmaya başlar. İlişkileri bozulur.
Yani sonuçta en büyük zararı kim görür: Çocuk!
O yüzden konuşurken dikkat edin.Çevrenizde konuşmaya meraklı kişiler varsa ya susturun ya da uzak durun!

Siz siz olun, artık eşiniz olmasa da karşınızdakinin çocuğunuzun babası ya da annesi olduğunu unutmayın. Yaşanmışlıklar nedeniyle bu gerçekten zor olabilir ama bir anne yada baba olarak çocuğunuzun her ikinize de eşit oranda ihtiyaç duyduğunu aklınızda tutun.

-Çocuk intikam için anne ya da babasından mahrum bırakılmamalı.
Çocuğunuzu babasıyla ya da annesiyle görüştürmediğinizde karşı tarafı cezalandırdığınızı düşünüyorsunuz değil mi?
Aslında kendi ilişkinize dinamit koyuyorsunuz.
Neden?
Size çocuk bakış açısıyla durumu özetleyeyim.
Annem ve babam dün yanımdaydı.
Bugün annem var babam yok. Ya da tam tersi. Babam var annem yok.
Demek ki her ikisi de kalıcı değil.
Yarın şimdi yanımda olan annem/babam da olmayabilir.
Ve bu düşüncenin sonu nedir biliyor musunuz?
Güvensiz bir iletişim, güvensiz bir kişilik.


-Biraz yalnız kalmaya ihtiyacım var deyip, kabuğunuza çekilemezsiniz.
En çok yapılan hatalardan biri.
Baba evden ayrılıyor ve bir süre hiç uğramıyor. Ya da tam tersi.
Niyeti çocuğunu bir daha görmemek değil elbette sadece zamana ihtiyacı var. Son derece insani bir ihtiyaç.
Üzgünüm! Ama eğer anne/babaysanız böyle bir lüksünüz yok!
Sizin için sancılı olan o ilk günler, haftalar, aylar çocuğunuz için de sancılı ve çok kritik.
Kendi yaralarınızı sararken çocuğunuzu yaralamak istemiyorsanız üzerinize düşenleri yapmalısınız. 


Bir de çocuğun bu ayrılığa ve taraflardan biriyle yaşamaya alışması için uzak kalmayı tercih edenler var. 
Yanlış!
Çocuğunuzun ayrılığa alışmak için bile size ihtiyacı var.

Kolay değil.
Kimse öyle olduğunu söyleyemez.
Bir anne ya da baba olarak zaman zaman çaresiz hissedebilirsiniz.
Öncelikle emin olun yalnız değilsiniz.
Emek verdiğiniz sürece, siz iyi bir anne ya da babasınız!

Bu dönemin siz ve çocuklarınız için zor olacağını kabul edin ve öyle çıkın yola.
Bir uzman gözü, içinizdekilerle yüzleşmenizi ve kabullenmenizi kolaylaştırabilir. Yardım almaktan çekinmeyin lütfen.

Belki o güne kadar benimsediğiniz bir kimlikten sıyrılmak, eş olmayı bırakmak bir boşluğa sebep olacak.
Ama unutmayın siz dünyanın en özel sıfatını hiç bırakmamak üzere adınızın yanına yazdırdınız.
Anne ya da babasınız..


Psikolog Irmak GÜRCAN KERİMOĞLU


   



Miniklerin Minik Takıntıları..


Her gün aynı elbiseyi giymek için kıyameti koparan bir kız çocuğu, en sevdiği spor ayakkabılarıyla yatmak için direten minik bir adam, gittiği her yere oyuncak ayısını taşıyan, battaniyesi olmadı mı uykusuzluktan ölse uyumayan, yemeğini sadece sevdiği tabaktan yiyen çocuklar..
Sizin evde de böyle takıntılı bir ufaklık var mı? 
Kesinlikle yalnız değilsiniz..

Eğer çocuğunuz 2-6 yaş arasındaysa neden bahsettiğimi çok iyi anlıyor olmalısınız. Ama muhtemelen çoğu zaman pek üzerinde durmadınız. Sürekli etek giymek isteyen bir küçük hanımın anne babası kış gelene kadar bu inadı önemsemez. Battaniyeyle uyuma takıntısı, o battaniye evde unutulana ya da yıkanmaktan yıpranana kadar bir sorun olmaktan uzaktır. Ama ne zaman ki bir aksaklık olur,çocuğunuzun takıntısı hayatı zorlaştırır, o zaman bu 'sevimli' takıntılardan vazgeçmek gerektiğini fark edersiniz.

O anda birçok anne baba ne yapar? 
Bazen kızar, bazen ceza verir, bazen vazgeçilmesini istediği takıntının yerine bir başka takıntı koyar fark etmeden, bazen güzel güzel, uzun uzun ikna etmeyi dener ufaklığı, bazen de rüşvet teklif eder, yaparsan şunu alırım diye. Ama sonuç hep aynı olur. Takıntı pekiştirilir..
Öncelikle sevgili anne babalar, benden size hayati önemde bir öneri. 
Eğer çocuğunuzda vazgeçmesini istediğiniz bir davranışı varsa ÜZERİNDE DURMAYACAKSINIZ! 
Çünkü sizin cezalarınız, kızmalarınız, açıklamalarınız, ikna çabalarınız sadece istenmeyen davranışı pekiştirmeye yarar. O ya da bu şekilde ilginiz çocuk üzerinde odaklanır. Ve çocukların en sevdiği şey de ilgidir. İlgi çeken davranışlarını sürdürme eğilimine girerler.

Söz gelimi battaniyesi olmadan uyumayan bir çocuğu ele alalım. Aile içinde sık sık bu konu gündeme geliyorsa, anne arkadaşlarına, akrabalarına, babaya bu alışkanlıktan yakınıyorsa, çocuğa sürekli söyleniyorsa ya da ikna etmek için çokça dil döküyorsa yani uzun lafın kısası çocuğun çevresinde bu battaniye meselesi sürekli gündemdeyse onu bu alışkanlıktan vazgeçiremezsiniz.

O zaman ne yapmalı? 
Öncelikle takıntının hangi konuda olduğuna bakın. Risk taşıyan ya da çocuğa zarar verebilecek konularda tartışmaya mahal yok, kararlı ve tutarlı olacaksınız. Burada bahsedeceğimiz günlük rutinde risk taşımayan sadece hayatı zorlaştıran takıntılar.

Çocuklarda bu küçük inatlaşmaların gelişimin doğal bir parçası olduğunu unutmayın. Küçük bebeğiniz artık büyüyor ve kendi kimliğini oluşturmak, sizden bağımsız bir birey olduğunu kanıtlamak için çaba sarf ediyor..
"Yaşının gereği" dedim ama sizin hiç payınız yok mu? Elbette var. 
Kendinize bir sorun bakalım. Acaba son zamanlarda biraz fazla çalışmış olabilir misiniz? 
Ya da bir yakınınızın rahatsızlığı, taşınma, iş ya da ev değiştirme gibi hayatınızı etkileyen bir durum yaşadınız mı? 
Çocuğunuza yeterince kaliteli vakit ayırdınız mı son zamanlarda? 
Açık söyleyeyim, takıntılı davranışların çoğunda bu yeterince ilgi ve sevgi görmemek yatıyor.
Bunun yanı sıra çocuğun bakımı üstlenen anneanne, babaanne, bakıcı teyze, kreşteki öğretmen gibi hayatınızın içinden biri  fark etmeden sıradan bir davranışı pekiştirip takıntı haline getirmiş  de olabilir. 
Örneğin 3-4 yaşlarındaki bir kız çocuğu için kreşteki öğretmeninin “sana etek çok yakışıyor” övgüsü yılın 365 günü etek giymek için yeter de artar bir sebep. Ya da cinsel kimliğini oluşturma dönemindeki kızınızla beraber resim çizerken “bir kız çocuğu çizelim, etek giyiyor olsun çünkü kızlar etek giyer” dediyseniz vay halinize. Unutmayın çocukların zihni bizimkinden farklı işliyor, neden-sonuç ilişkilerini bizim kadar başarılı kuramıyorlar çünkü daha küçücükler.

Bir başka neden de kaybetme korkusu. Çoğunlukla da kreşe başlayan çocuklarda görüyorum bu durumu. Kreşte oyuncaklar kaybolabiliyor, ya da çocuklar yanlışlıkla birbirlerinin eşyalarını alıp gidebiliyorlar. İşte böyle bir tecrübe edinen ufaklık ayakkabılarını çıkarmamakta, terlese de hırkasını bırakmamakta direnebiliyor.
En önemli nedeni de atlamayalım. Eğer sizin mükemmeliyetçi, aşırı titiz ya da korumacı bir yapınız ve hatta belki ufak tefek takıntılarınız varsa çocuğunuzda da benzer davranışlar görmeniz muhtemel. Bu duruma en genel örnek, temizlik takıntısı olan annelerin ellerini sık sık yıkayan çocukları olarak çıkıyor karşımıza..

Nedenlere baktık, gelin şimdi beraber, halihazırda var olan bir takıntıyı nasıl söndüreceğimize bakalım.
Bir kez daha tekrar etmekte fayda var, olumlu ya da olumsuz takıntılı davranışı pekiştirmiyoruz. Ödül ya da ceza koymuyoruz ortaya. Sürekli aynı şeyi giymek isteyen kızımızı giydirirken söylenmek yerine kısa ve kararlı bir açıklama yapıyoruz. 
“Dışarıda hava çok soğuk, etek giymen mümkün değil ama pantolonunu sen seçebilirsin. İstersen mavi pantolonunu ya da sarı olanı giyebilirsin”.
Ne yaptık, kuralı koyduk ama seçenek de sunduk. Yani bizim çizdiğimiz özgürlük alanı içinde çocuğumuza kendi kararlarını verme hakkı tanıdık. Elbette hiçbir çocuk bu tepki karşısında “peki anneciğim” deyip uslu uslu giyinmeyecek. Unutmayın inat onun yaşının bir gereği. Ağlayabilir. İşte işin zor kısmı da bu zaten. Kararınızı açıkladıktan sonra geri adım atmamalısınız. 
“Ben şimdi odandan çıkıyorum, sen hangisini giyeceğini seçince geleceğim”. Biraz uzaklaşmak iyidir. Baktınız küçük inatçı yarım yamalak bir etek geçirmiş üstüne geliyor. 
“Tatlım böyle çıkamazsın, şimdi odana gidip istediğin pantolonu seçmen gerek, yoksa geç kalabiliriz” Bu sürecin biraz uzun sürebileceğini baştan söylemeliyim, o nedenle birkaç gün evden çıkma hazırlıklarına erken başlasanız iyi edersiniz. Unutmayın kilit nokta tutarlı ve kararlı olmak. 
"Tamam bugünlük de etek giy geç kaldık zaten" dediğiniz an en başa dönersiniz. Gözünüze zor görünüyor belki ama unutmayın hiçbir çocuk tutarlı ve kararlı bir yetişkinle baş edemez. Sizin fikrinizin değişmeyeceğini anladığı an pes edecektir. Tabi sonuna kadar denedikten her türlü kozunu kullandıktan sonra.


Takıntı objesi haline gelen battaniye ya da oyuncak ise biraz daha farklı. Çoğu zaman çocuklar bu nesnelerle duygusal bir bağ kuruyor. Muhtemelen o battaniye ya da oyuncağı daha kolay uyuyor diye siz vermiştiniz çocuğunuza. Şimdi bir anda bunları ortadan kaldırıp, kayboldu, çöpçü aldı, kardeşe verdik gibi bahaneler sunmak çocuğunuzu duygusal bir boşluğa düşürebilir. En doğrusu ne biliyor musunuz? Bu bağımlılık nesnesi yerine sevgi ve ilginizi koymak. 
Belki bu durum biraz daha fazla yorar, daha fazla zamanınızı alır ama çocuğunuzla aranızdaki paylaşımı artırır ki bundan daha önemli bir şey olamaz. Uyku zamanı geldiğinde çocuğunuzu yatağına yatırıp ona bir masal okuyarak başlayın işe. Sık sık saçlarını, ellerini okşayın. Birkaç gün sonra o battaniye, oyuncak ya da ayağından çıkarmamak için direndiği ayakkabısını yine yatağın içinde ama daha uzak bir noktaya koymayı deneyin, ilk günlerdeki kadar sert bir tepki göstermeyecek. 
Sevgi ve ilginizi ne kadar fazla gösterirseniz, diğer bağımlılık nesnelerine ihtiyacı o kadar azalır. Bu durum annesinin saçını, memesini tutarak uyuyan çocuklar için de geçerli. İşin ucu aslında biraz da anne çocuk arasındaki güvene dayanıyor. Eğer anne hemen geleceğim deyip evden çıkıyor, saatler sonra dönüyorsa, biri odada çocuğu oyalarken haber vermeden evden çıkıyorsa, çocuk aradığında annesini bulamıyorsa o zaman tutarak, dokunarak aslında bir anlamda annenin gitmeyeceğini garantiye alarak uyumak istiyor olabilir. 
Biraz fazla mesai gerekiyor anne babalar. Şimdiye kadar hatalı davranmış olabilirsiniz. Ama hiçbir zaman geç değil. Uyku zamanı masallarla, hikayelerle, belki şarkı söyleyerek çocuğunuzun yanında olun..
Baş edemediğiniz durumlar da olabilir elbette. Özellikle de bu takıntılı davranışlar 6 yaş döneminden sonra ve şiddeti artarak devam ederse. İşte o zaman bir uzmana danışmanızda fayda var. Ama en ufak inatlaşmada da endişelenmenize gerek yok, çok büyük bir ihtimalle, eğer siz doğru davranmayı başarırsanız o küçük takıntılardan, inatlaşmalardan eser kalmayacak..
Psikolog Irmak GÜRCAN KERİMOĞLU
Ankara/2012





Küçük Pinokyo'lar..


Hayatında hiç yalan söylemeyen var mı içinizde?
"Seni arayacaktım ama başıma neler geldi bir bilsen"; aslında tamamen unutmuşsunuzdur.
"Yoldayım ama trafik çok"; aslında evden yeni çıkıyorsunuzdur.
"Gelmeyi çok istiyorum ama hastayım"; aslında başka bir programınız vardır..
  Vs.. vs..

Yalan hayatın her noktasında.  Ama bu virüs çocuklarımıza bulaşsın istemiyoruz. Anne babalar bu konuda öylesine hassas ki, ufaklıklarından ağzından “gerçek olmayan” bir söz duyduklarında korkuya kapılıyor. Kızmalı mı? Cezalandırmalı mı? Duymazlıktan mı gelmeli? Yoksa yalan üzerine açıklayıcı bir nutuk mu çekmeli?  Hiçbiri.. Önce sakin olun.
Eğer çocuğunuz okul öncesi  dönemdeyse söyledikleri “doğru olmasa” bile “yalan” değil.  Anaokulu öğrencilerimden birinin annesi bir gün hışımla gelmişti yanıma, 5 yaşındaki kızına okulda neler yaptınız bugün diye sormuş. Ufaklık da annesine sınıfça ormana gittiklerini, ağaçlara tırmandıklarını, meyve toplayıp tadına baktıklarını anlatmış. Hava soğuk, mevsim kış. Anne de benden habersiz nasıl gezi düzenlersiniz diye hesap soruyor okula. Gerçekteyse, öyle bir gezi yoktu elbette. Ama ortada bir yalan da yoktu. Eve geldiğinde izlediği çizgi film karakterinin yerine koymuştu bu küçük kız kendini sadece. Hayalinde canlandırdıklarını tıpkı gerçekmiş gibi üstelik de annesini ikna edebilecek kadar inandırıcı biçimde anlatmıştı.

Okul öncesi dönemde sık karşılaştığımız bir durum bu. Bu dönemde çocuklar gerçekle hayal ettikleri arasındaki farkı tam olarak kavrayamıyor. Başından geçenleri bire bin katarak anlatıyor. Hayallerini ya da başkalarının yaşadıklarını birebir kendisi yaşamış gibi söylüyor. Bebekleriyle konuştuğunu, başka kimsenin görmediği hayali bir arkadaşı olduğunu,  arabasının kendi kendisine hareket ettiğini anlatıyor. Çünkü bunlara inanıyor, gerçek olduğunu düşünüyor. Dolayısıyla birini kandırmak amacıyla gerçekleri çarpıtmıyor, yani yalan söylemiyor.

Bu konuda sınır çizgimizin, çocuktan çocuğa değişmekle beraber ortalama 7-8 yaş olduğunu söyleyebiliriz. 7-8 yaşına gelen bir çocuk “gerçeklik” kavramını oturtmaya başlar. Yani hayalle gerçek arasındaki farkı artık biliyordur. Dolayısıyla eğer ortada “doğru olmayan” bir ifade varsa bunu sadece hayal gücüne bağlamamalı, altındaki sebebe daha dikkatli bakmak gerekiyor.
Bir çocuk neden yalan söyler?

-Yeterince ilgi görmüyordur
Çoğu yalanın nedeni anne babanın, öğretmenin dikkatini çekmek. Bu şekilde olumlu ya da olumsuz hiç fark etmez, çocuk anne babasının dikkatini kendi üzerine odaklamış oluyor. Bu ilgi kızmak, azarlamak olsa bile. Dolayısıyla yalanla karşılaştıklarında doğru tepkileri vermeyen anne babalar farkında olmadan yalan söyleme davranışını pekiştiriyor.

-Cezadan kaçmak istiyordur.
Bir evde anne baba çocuğa ne kadar çok bağırıyorsa, ceza veriyorsa, aşağılıyorsa, suçluyorsa ve dayak atıyorsa o evde o kadar çok yalan olur. Bir çocuğun yalan söyleyerek cezadan kurtulabildiğini keşfettiği gün dönüm noktasıdır. Her koşulda, yanlış yapsa, ceza alsa bile sevildiğini bilen çocuklar anne baba sevgisini kaybetmekten korkan çocuklara göre çok daha az yalan söyler.

-Özgüveni düşüktür.
Mükemmeliyetçi anne babaların çocukları yalan söylemeye doğal olarak çok daha fazla eğilimli. Eksikleriyle, hatalarıyla barışık olmadıkları için bunları örtecek yalanlara başvuruyorlar. Aile içinde herkesin güzel, başarılı yönleri olduğu gibi, başarısız yönleri olduğunu öğrenerek büyüyen, kendisiyle barışık çocuklarsa yalana ihtiyaç duymuyor.   

-Evde yalanlar havada uçuyordur.
Sürekli birbirlerine ve diğer insanlara yalan söyleyen anne babalar çocuklar için  kötü bir rol model. Kimi zaman görüyorum, anne babalar çocuklarını yalana ortak etmekte bile sakınca görmüyor. “Babana alışverişe gittiğimizi söylemeyeceğiz, evdeydik diyeceğiz tamam mı? Anneye cips yediğimizi söylemeyeceğiz oldu mu?” Masum geliyor olabilir. Ama çocuğun aldığı mesaj sandığınız kadar masum değil ; işine gelmeyen bir durum olduğunda söyleme, ya da yalan söyle gitsin!!

Çocuk yalan söyledikten sonra ne yapacağınızı kara kara düşünmek yerine, çocuğu yalana itecek sebepleri ortadan kaldırmak en doğrusu. Ama ne kadar çabalasak da hayat  her zaman doğru olanı çıkarmıyor karşımıza. Diyelim ki, masum kuzunuzun bir profesyonel edasıyla gözünüzün içine baka baka yalan söylediğini fark ettiniz. O zaman ne yapmalı?

1. Asla ama asla çocuğa “yalancı” damgası vurmayın. Kelime seçimleri bazı durumlarda hayatidir. “Yalan söylüyorsun” demek yerine “Söylediklerin gerçekte olanlardan biraz farklı” demelisiniz. Yalancı damgası vurulan bir çocuk, bu davranışı bir kez daha tekrarlamaktan çekinmez. Madem yalancıyım, her zaman yalan söyleyebilirim diye düşünür.
2. Çocuğunuzla kaliteli zaman geçirin. Oyun oynayın, spor yapın, gezin, hikaye okuyun. Unutmayın çocukta yalanın sebeplerinden biri ilgisizlikti. Siz kuzunuza yeterince ilgi gösterirseniz onu yalana itecek sebeplerden birini ortadan kaldırmış olursunuz.

3. Çocuğunuzla ilgili beklentileriniz gerçekçi olsun. Onu diğer çocuklarla, arkadaşlarıyla, kardeşleriyle kıyaslamayın. Böylece sizi hayal kırıklığına uğratma korkusuyla yalana sarılmaz.

4. Çocuğa sürekli ceza vermeyin, asla aşağılamayın, utandırmayın, dövmeyin. Tüm bunlardan kaçınmak için sizi kandırmaya çalışmasın.
5. Dürüstlüğü her zaman takdir edin. Suyu halıya döktüm diye gelen, okulda arkadaşıyla tartıştığını anlatan, parasını düşürüp kaybettiğini söyleyen çocuğa, mutlaka ama mutlaka “hata yaptığın halde gelip bunu bana açık yüreklilikle söylediğin için tebrik ederim” deyin. Cesaretini beğendiğinizi anlatın. Sizi gerçekten kızdıracak bir durum olsa bile bunu söylemeyi başarırsanız çocuk sonunda ceza alacak bile olsa gelip doğruyu söylemeyi öğrenir.

6. Çocuğa yalan söylemeyin, çocuğun yanında yalan söylemeyin. Bu gerçekten çok önemli. Evden çıkarken bakkala gidiyorum hemen geleceğim deyip, akşam işten dönen bir anne çocuğa yalanı öğretiyor bunu unutmayın. Siz dürüst olmadıkça çocuğunuzdan dürüst olmasını bekleyemezsiniz. Aynı şekilde çocuğun yanında bir başkasına yalan söylemeyin. Zaten çoğu zaman onlar işin doğrusunu yumurtlayıverirler. Siz komşuya hastaydım gelemedim dersiniz, ufaklık hemen atlar, biz o gün gezmeye gittik. Çoğu anne böyle bir durumda çocuğunu azarlar; sus,sen her lafa karışma diye. Şimdi duruma bir de çocuğun gözünden bakalım; en büyük rol modeli annesi yalan söylüyor hem de kendisi doğruyu söylediğinde onu azarlıyor. Çocuk ne anladı;  doğruyu söylemek iyi bir şey olsa annem beni azarlamazdı.  Demek ki her zaman doğruyu söylemek iyi değil!

Bilmeden,fark etmeden ne çok hata yapıyormuşuz değil mi?  
Ama artık siz biliyorsunuz.
Herkese yalansız günler..  


Psikolog Irmak Gürcan Kerimoğlu
Ankara/2012

İlkokula Hazır Mısınız?



Yıllardır "acaba" diyerek beklediğiniz o gün geldi çattı..
Çocuğunuz sizden bağımsız bir birey olma yolunda en ciddi adımını atmak üzere. 
Peki bu adımı atmaya hazır mı? 
Okul hazırlığı yapmak demek, önlüğü bir güzel ütülemek, en popüler çizgi film karakterinin resmiyle süslü çantayı almak, renkli kalemler, defterlerle doldurmak demek değil elbette. Önemli olan ufaklığın hayatının ilk büyük dönüm noktasına girmeye hazır olup olmadığı..
Bir çocuk öyle iki günde okula hazır hale gelmez. Aslında doğduğu andan itibaren yaptıklarınız ya da yapmadıklarınızla ilk okul gününüzün nasıl geçeceğini belirlemiş oluyorsunuz. O güne kadar çocuğunuzu kendi başına bir şeyler yapması konusunda cesaretlendirmediyseniz, neye elini attıysa "aman dur düşersin, kırarsın,dökersin" diye müdahale ettiyseniz, yemeğini hala elinizde çatalla peşinden gezip siz yediriyorsanız, birşeyler anlatmaya çalıştığında araya girip onun yerine siz özet geçiyorsanız, çocuğunuzun en temel ihtiyaçlarını kendi başına gidermesine hala izin veremediyseniz, okulun ilk günü geldiğinde “vay benim çocuğum da niye diğer çocuklar gibi sırasına geçip oturmuyor,eteğime yapıştı beni bırakmıyor” diye şaşırmayın. 
Açok söyleyeceğim; nedeni sizsiniz.. 
Siz, anne baba olarak doğru davranmayı öğrenirseniz, çocuğunuz sancısız ya da daha az sancılı bir okula başlama dönemi geçirir.

1. Öncelikle bir çocuğun okula sorunsuz adapte olabilmesi için, kendi kendine yeme ve tuvalete gitme alışkanlıklarını kazanmış olması gerekiyor. Ne kadar çok çocuğun okul çağına kadar bu becerileri kazanamamış olduğunu bilseniz şaşırırdınız. İtiraf edelim anne babalar “nasılsa ileride her şeyi kendisi yapacak, elbet öğrenecek” diye diye çocuklarının yerine birşeyler yapmayı seviyoruz. Ama burada atladığınız nokta; zamanında, nasılsa öğrenecek diye geciktirdiğiniz bu becerilerin ileride bir sorun olarak karşınıza çıkacağı. Bir ilkokul öğretmeni beslenme saatinde çocuğunuzun yemeğini yedirmez! Yedirmemeli de! Ya da elinden tutup ufaklığı tuvalete götüremez. Götürmemeli zaten! İşte ilkokulu kreş ve ana sınıfından ayıran en temel özellik bu. 
Anaokulu ve kreşte bunu yapan yardımcı ablalar var genellikle. Ama bu kreş hayatı boyunca çocuğu bu ablalar tuvalete götürüp getirsin demek değil ki. Kreş çocuğu okula hazırlar. Dolayısıyla en geç bu dönemde ufaklığın temel becerileri edinmesi şart. Bunun için çocuğunuzu cesaretlendirmelisiniz. 

Yani uzun lafın kısası okul öncesi dönemde çocuğunuzun üstesinden gelmiş olması gereken iki temel görev var. Tek başına yemek ve tuvalete gitmek.


2. İkinci ve en sancılı aşama ayrılığa alışmak. Okul zaten başlı başına yeni bir deneyim. Üstelik de el bebek gül bebek geçen, kuralların olmadığı ya da çoğunlukla önemsenmediği,sık sık ihlal edildiği çocukluk dönemlerinden sonra..
Yeni bir ortam, yepyeni bir bina, sınıf, sıralar, yeni bir "kural koyucu" yani öğretmen, yeni arkadaşlar, zillerle belirlenen ders saatleri, sınıfta istediğin zaman konuşamamak, yerinden kalkamamak, okumayı öğrenmek, ödev yapmak vs.. 
Teker teker sayarak bir çocuğun gözünden görmenizi sağlamak istiyorum..

Okul deyip geçmeyin çocuğunuz için ne zorlu bir görev.. O yüzden siz siz olun tüm bu görevlere bir de sizden ayrılma krizini eklemeyin. Bunun tek yolu da kendinize bağımlı bir çocuk yetiştirmemek! 
Okulun başlamasına birkaç ay kala çocuğunuzun bağımsızlığını pekiştirmeye başlamalısınız. İlkokula başlayacak yaşta bir çocuk, eğer evinizin bulunduğu nokta tehlikeli bir yol kenarında değilse, artık kendi kendine bakkala gidip bir ekmek alıp gelebilmeli mesela. Eğer bugüne kadar hiç denemediyseniz tam zamanı. Biliyorum endişeleniyorsunuz ama ben de size çocuğu sokağa salın peşini bırakın demiyorum ki. Camdan takip edebilirsiniz. Ya da ilk seferde ve kesinlikle fark edilmemek şartıyla uzaktan takip edebilirsiniz. Bu küçük bakkala gidip gelme deneyimi sizin sandığınızdan çok daha önemli. Çünkü çocuğunuz böylece artık siz olmadan, tek başına bir yere gidip gelecek özgüvene kavuşacak.


Aynı şekilde eğer hala bütün günü beraber geçiriyorsanız, biraz ayrılmanın vakti çoktan geldi de geçiyor. Park deneyimleri bu iş için birebir. Mesela bugün, hemen koşup müdahale edebileceğiniz yakınlıkta bir bankta oturmak yerine çocuğunuza “sen parkta oynarken ben de yürüyüş yapacağım” deyin. Göz takibi yapabileceğiniz uzaklıkta yürüyüşü deneyin. Bakın kontrol hala sizde, çocuğunuz tehlikede değil, ama o kendisini yalnız zannediyor, hemen yanıbaşında onun her adımını gözleyen annesi yok. 
Okul öncesi dönemde siz ve çocuğunuz arasındaki bağımlılığı ne kadar azaltırsanız ayrılığınız o kadar sakin olacaktır. Tabi burada bir parantez açmak lazım, bağımlılığı azaltın derken çocuğunuzla ilgilenmeyin, onunla vakit geçirmeyin demiyorum kesinlikle. Sadece yaşına uygun olarak ufaklığa bir özgürlük alanı yaratın ve bu alana müdahale etmeyin diyorum. Uzun lafın kısası "bağlılık''la, "bağımlılığı" karıştırmayın diyorum.. 
3. Çocuklarda gördüğüm okul fobisinde çoğunlukla altta olumsuz bir koşullandırma vardı bugüne kadar. Bu olumsuz koşullandırma nasıl olur? Birinci hata okulu bazen farketmeden de olsa bir ceza olarak göstermek. 
Öfke anında “bir okula gitsen de kurtulsam, öğretmenin seni adam edecek ya da bunu okulda da yap da göreyim” diyen anneler bir adım öne çıksın. 
Ya da çocuğunun duyabileceği şekilde arkadaşlarıyla “aman okula başlasalar da biz de rahat etsek” diye dertleşenler.. Siz de bir adım öne. 
Bakıyorum da epey kalabalık olduk. O zaman ne yapmıyoruz; okulu çocukların gözünde insanı disipline sokan, katı kuralların olduğu, herkesin hizaya girdiği, kurala uymayanın ceza yediği bir “adam etme merkezi” gibi göstermiyoruz. Ceza olarak okulu göstermiyoruz.
Aynı şekilde abartılı övgülerle de anlatmayın çocuğa okulu. Çocuklar birbirlerine, abi ve ablalarına da soruyor okulu. Duyuyor ve öğreniyorlar..
O yüzden “okul şöyle harika bir yer, aman öğretmenin böyle bir melek, arkadaşlarının hepsi şahane, kitaplar muhteşem” gibi hikayeleriniz itibar görmeyecektir. Gerçekçi olmakta fayda var. Bu gerçekçilik çocuğunuzun hayal kırıklığına uğrama ihtimalini de azaltır. Çocuğunuza okullu olmanın büyümek demek olduğunu, elbette bazı kurallar olacağını ve bu kurallara uyması gerektiğini ama aynı zamanda güzel vakit geçireceğini, öğretmeninin ona okumak ve yazmak gibi yeni şeyler öğreteceğini anlatmalısınız. Okula sürekli oyun oynayacağını sanarak gelen, bir oyun odası yerine sınıfla karşılaşınca neye uğradığını şaşıran çocuklar görüyorum. Doğru beklentiler oluşturan çocuklarsa çok daha kolay adapte oluyor.
4. Okulun ilk günü çocukların tavırlarında geçmiş deneyimlerinin yanında anne babanın o günkü hal ve hareketlerinin de etkili olduğunu biliyor musunuz? Kimi anne babalar var, çocuğunun oturacağı sırayı seçer, oturtur, sırtından çantasını çıkarır yerine yerleştirir, yetmez yanına oturur, diğer çocuklara döner, “senin adın ne bakalım, bak bu da benim kızım/oğlum” der.. Sonra öğretmen zoruyla dışarı çıkarıldığında kapının ağzında bekler, endişeli gözlerle içeriyi süzer, fırsat buldukça çocuğuna seslenir;  “terleme emi, teneffüste koşma, beslenme çantandakileri de bitir, tahtayı görebiliyorsun değil mi oradan”.. vs..vs.
Anneler, babalar! Bir düşün şu çocukların yakasından. Okulun ilk günü kendinden emin, güven verici tavır çocuğunuza destek olmanın en iyi yolu. Siz çevreye endişeli gözlerle baktıkça, çocuğunuzu da endişelendiriyorsunuz. 
Sakin olun..
Bugün onu kendi kanatlarıyla uçması için bırakacağınız gün..


Çok bağımlı bir anne çocuk ilişkisinden bahsetmiyorsak ve eğer çocuğunuzun bir kreş deneyimi varsa muhtemelen ilk gün okulda beklemenize gerek olmayacaktır. Ama "içim rahat etsin" diyorsanız, ilk ders sonuna kadar bekleyin ve mümkünse görünmeden ufaklığı bir kontrol edin. Tabi bir anda ortadan kaybolmamak şartıyla. Yani okula bırakırken çocuğunuza gerçekçi bir açıklama yapın. 
“Tatlım sen şimdi okulda kalacaksın, bense gideceğim. Ama derslerin biter bitmez seni almak için kapıda olacağım, Sonra da beraber eve gideriz, bütün gün neler yaptığını konuşuruz” 
Çocuğun bu açıklamayla ikna olması için o güne kadar "güven verici" bir anne çocuk ilişkisi geliştirmiş olmanız gerektiğini söylemeliyim. Siz o güne kadar işe giderken kandırarak evden çıktıysanız, bakkala gidiyorum deyip saatlerce dönmediyseniz, çocuğunuzun size inanmasını da bekleyemezsiniz.
Eğer hem anne baba olarak siz, hem de çocuğunuz okula hazır değilseniz her şey bu kadar kolay olmayacak. Ama artık doğru adımları atarak, çocuğunuza bağımsız bir birey olmayı şimdi de öğretebilirsiniz. Sadece biraz daha fazla zaman, sabır, tutarlılık ve kararlılığa ihtiyacınız var..

İlk gün çocuğunuz okulda kalmak istemez, ağlarsa "alıp eve döneyim yarın getiririm" demeyin. Ertesi gün yaşayacaklarınız farklı olmaz bu durumda. Onunla sınıftan çıkıp daha sakin bir yerde konuşmalısınız. Önce ağlama nöbetinin geçmesini ve biraz sakinleşmesini sağlayın. 
Çocuğunuza sınıfa gitmesi gerektiğini, ama sizin de dışarıda onu bekleyeceğinizi, ders arasında sizi belirlediğiniz noktada bulacağını anlatın. 
Püf noktası kararlılık.. 
Eğer çocuğunuz sizde en küçük bir "acaba" farkederse bunun üzerine gider.
Tekrar ağlamaya başlarsa bir kez daha sakinleşmesini bekleyin. Çocuğunuza eve dönme ihtimalinizin olmadığını, bütün günü böyle ağlayarak geçirmek yerine sınıfta geçirmesinin daha eğlenceli olabileceğini anlatın. Ve eğer direnirse, siz de direnin. Gerekirse bu senaryo akşam okulun bitiş saatine kadar devam etsin. Tabi bu aşamada çocuğun eğleneceği şeyleri de yapmayın. Yani sınıfa girmediği süre boyunca sakinleşsin diye şeker, çikolata yedirmek, hatta çeşitli oyunlar yaratmak sandığınız kadar iyi bir yol değil. Sınıfın dışında onun ilgisini çekecek şeyler yapmayın ki sınıfa girmeye ikna olsun. 
Çocuğunuzu sınıfa soktuktan sonra verdiğiniz sözleri mutlaka tutun. Nasılsa girdi deyip kaçarsanız ve çocuğunuz sözleştiğiniz zaman ve yerde sizi bulamazsa o zaman bir sonraki gününüz çok daha zor geçer, unutmayın.. 

İlk günü atlattıktan sonra okulda bulunma sürenizi gün be gün azaltmalısınız. En çok dikkat etmeniz gereken, tutarlı olmak ve geri adım atmamak. Bir anda büyük adımlar beklerseniz başarılı olma şansınız çok düşük. Bizim hedefimiz yavaş da olsa sürekli ileriye gitmek. 
Unutmayın "sen derse gir ben kapıdayım" deyip kaçarsanız,kesinlikle ilerleme kaydedemezsiniz. Çıktığında sizi bulamayan çocuğunuz kendini güvende hissetmeyecek ve üstelik size inancı da azalacak. O nedenle yapabileceğiniz şeyleri söyleyin ve söylediklerinizi de mutlaka yapın. 
İlk gün her ders arasında sizi bahçede bulan çocuğunuza ikinci gün ilk aradan sonra bir işinizin olduğunu ancak iki teneffüs sonra gelebileceğinizi söyleyin mesela. Ve söylediğiniz saatte mutlaka bahçede bulunun. Üçüncü gün sadece giriş,çıkış ve bir teneffüste bahçede olacağınızı söyleyebilirsiniz. Dediğim gibi temel kural tutarlılık, sıklık ayarlamasını ise çocuğunuzun adaptasyonuna göre yapmalısınız. Ama sakın ağlıyor diye “bir günden bir şey olmaz” deyip eve götürmeyin.O zaman en başa dönmüş olacaksınız çünkü ufaklık da yeterince ağlarsa okuldan kurtulacağı mesajını alacak. En az birkaç günü çocuğunuza ayırmanız gerekiyor. Bu da çok daha önce yapmanız gerekenleri bugüne kadar ertelemenizin bir bedeli aslında.Vazgeçmek yok. Belki ilk birkaç gün, bir hafta zorlanacaksınız ama inanın siz tutarlı olursanız kısa sürede herşey yoluna girecek..  

Bu arada siz o güne kadar doğru adımları atmış olsanız da, çevresindeki arkadaşlarının ağlamaları sizin çocuğunuzu da tedirgin edebilir. Paniğe kapılmayın, o güne kadarki emekleriniz bir anda çöpe gitmeyecek. Sakin ve anlayışlı olmalısınız. 
"Sen korkmazdın ağlamazdın, hani konuşmuştuk, ne oldu bebek mi oldun bir anda"
Aman bunlar yasaklı cümleler. 
Bunun yerine "endişeni anlıyorum ama arkadaşların okul hakkında hiçbir şey bilmedikleri için ağlıyorlar. Belki sen onlara anlatırsan artık korkmazlar" gibi yönlendirici, cesaretlendirici ifadeler daha çok işe yarar. 

Son bir söz.. Daha yolun başındasınız. Bu, küçük bebeğinizin bir birey olma yolunda ne çok yol aldığının ilk kanıtı.. Önünüzde iki seçenek var; ya o zorlu yol boyunca çocuğunuzun yanında, arkasında durarak ona destek olmak ya da yol boyunca önünde dikilip her ikiniz için de hayatı zorlaştırmak.. Seçim sizin.. 


Psikolog Irmak GÜRCAN KERİMOĞLU
Ankara / 2013

Çocuklara Birşey Öğretememenin En Kolay Yolu: Dayak!


Önce uzlaşalım, dayak cennetten çıkmamıştır, kızını dövmeyen dizini dövecek diye bir kural yok, öğretmenin vurduğu yerde de gül mül bitmez.. Bunları söyleyip yıllarca 'dayaksever'lere mazeret üreten atalarımız da halt etmişler. Eğer bir çocuğunuz varsa, onun sağlıklı, kendine güvenen bir birey olmasını istemiyorsanız, amacınız hem ufaklığın hayatını hem de kendi hayatınızı çekilmez hale getirmekse o zaman bu mazeretlere sarılın. Çünkü bir çocuğu eğitememenin, hiçbir şey öğretememenin en kolay yoludur dayak..
Dayak nedir?
Fiziksel bir şiddet. Evire çevire pataklamak girmez sadece bu tanımın içine, bir tokat, popoya bir şaplak, kola bir çimdik. Hepsi çocuğun fiziksel bütünlüğüne bir müdahaledir. Tamam çocuk sizin çocuğunuz, ama sizden ayrı bir birey ve kendi bedeni üzerinde hakları var. Eğer dayak atıyorsanız öncelikle çocuğunuzun kişisel haklarına saldırıyorsunuz demektir.
Dayağın tanımını yaptığımıza göre gelelim şimdi sizi dayak atacak noktaya getirecek durumların ne olduğunu bulmaya. Ufaklıklar bazen gerçekten bir sabır testi haline dönüşebiliyor. Yapma dediğinizi sadece inat için gözlerinizin içine baka baka ve hatta gülerek yaptığı olmuştur mutlaka. Ya da tüm uyarılarınıza rağmen kendisini tehlikeye atıyor olabilir. İşte bu anlarda önünüzde iki tercih var. Ya çocuğunuzu yakalar şöyle bir iki pataklar, o an için davranışı durdurur ve fiziksel olarak rahatlarsınız ya da kendinizi kontrol etmeyi başarır vurmak yerine başka bir yol bulursunuz. Gelin bu iki tercih arasındaki farkı günlük hayatta yaşanması muhtemel bir olay üzerinden hem anne hem de çocuğun gözünden bulalım..

Bizim hikayemizdeki ufaklığın adı, Zeynep olsun. Zeynep 2-2 buçuk yaşlarında. Yani tam da kişiliğini bulma, anne babasından ayrı bir birey olduğunu kanıtlama çabasında. Bu aralar olur olmaz her şeye sürekli inat ediyor. Ne yiyeceğinden tutun da, sokağa çıkarken giyeceği ayakkabıya kadar her konuda işi kendini yerlere atıp ağlamaya getiriyor. Ne istediğini bilmez bir halde aslında. Eskiden oynamayı sevdiği oyuncağını şimdi öfkeyle yerden yere vuruyor. Sanki sürekli huzursuz. 
Zeynep’in annesi ise çalışan bir anne. Sabah gidip akşam geliyor, eşi de öyle pek halden anlayan yardım için çırpınan bir koca/baba değil. İş dönüşü yemek hazırlamak sofra kurmak, kaldırmak, Zeynep’i yatırmak annenin görevi. Haftasonları da evin diğer işleriyle uğraşıyor. Kendine pek zaman ayırabildiğini söyleyemeyiz.

Günlerden pazar. Zeynep’in annesi o haftasonu işle ilgili bir dosya üzerinde çalışmak zorundaydı ama nihayet bitirdi. Şimdi biraz dinlenebilir. Kendine bir kahve yaptı. Zeynep de salonda televizyon karşısında çünkü bugün annesiyle her oynamak istediğinde annesi çalıştığı için onu televizyona yönlendirdi. Kapı çaldı. Anne kahveyi sehpanın üzerine bırakıp kapıyı açtı. Salona döndüğünde ise Zeynep’i fincanın içindeki kahveyi çalıştığı dosyanın üzerine dökerken buldu. “Yapma” diye bağırdı ama yetişip elinden alıncaya kadar küçük kız gözlerinin içine bakarak bütün bardağı boşalttı.
Bu noktadan sonra iki farklı senaryomuz var..

İlki..
Zeynep’in annesi bardağı küçük kızının elinden alır, o kadar sinirli ve çaresizdir ki, dayanamaz kızına
-ama sadece poposuna- birkaç tane vurur. Bir yandan da bağırır. “Sen ne yaptın, bütün emeklerimi mahvettin, ben şimdi ne yapacağım, başımın belası, ne biçim bir çocuk oldun  böyle”. Dayak yiyen Zeynep de salonun ortasında kendini yere atıp avazı çıktığınca ağlamaya başlar. Annesi bir yandan dosyayı temizlemeye çalışır bir yandan ağlamayı kesmesi için kızına bağırır.

Çoğumuz kendimizi böyle bir durumda o annenin yerine koyabiliyoruz değil mi. Bir eksik ya da bir fazla. Ama acaba tüm bunlar yaşanırken, Zeynep’in aklından neler geçiyor?
Bir kere bu örnekte birden çok yanlış var. Evin sorunluluğunu tek başına yüklenmeye çalışan üstelik de çocuğu iki yaş sendromu yaşayan bir çalışan anne. Sabırlı olması güç. İlgi isteyen küçük kızına ayıracak zamanı ya yok ya çok sınırlı. İletişimde ve sevgide doyuma ulaşmamış bir çocuk. Bu nedenle  “kızmak” da olsa annesinden bir tepki almak ilgi çekmek için istenmeyen davranışları tekrarlıyor. Neyse konunun dışına çıkıyoruz. Gelelim Zeynep’in dayak ve sonrasında aklından geçenlere, aldığı mesajlara..

1.Bu dosya annemle oynamamı engelledi.
2.Eğer bu dosyayı ortadan kaldırırsam annem bana kalır.
3.Acaba bu bardaktakini onun üstüne döksem annem ne yapar?
4.Bak annem benimle ilgilenmeye başladı, yapma dedi, yaparsam ilgilenmeye devam eder.

5.Bana vurdu,canım acıdı,öfkeliyim.

Çocukların dayak yedikten sonra uzun uzun ağlamalarının sebebi sadece canlarının acımasıdan mı sanıyorsunuz? Hayır. Onlar tam olarak anlamlandıramasalar da, hakarete uğradıkları, gururları incindiği için o kadar içten ağlıyorlar. Biraz sakinleştikten sonra da tıpkı bizler gibi durum değerlendirmesi yapmaya başlıyorlar.

-Bunu bir daha annem ya da babam buradayken yapmamalıyım.
Bakın “bunu bir daha yapmamalıyım” demiyorum. “Annem ya da babam buradayken yapmamalıyım" diyorum. İşte çocuğun dayakla aldığı tek mesaj budur. Çünkü yaptığının gerçekte yanlış olup olmadığını bile anlamamıştır aslında. Tek bildiği bu davranışın anne ya da babasını sinirlendirdiğidir. Dolayısıyla çocukta bir iç kontrol mekanizması oluşmaz. O hatalı davranışı bir daha tekrarlamaması gerektiğini içselleştirmez. Yani siz ortalarda olmadığınız bir anda mutlaka ama mutlaka tekrar yapacak. Eğer bu onu tehlikeye atacak bir davranışsa ne yapacaksınız? Örneğin ocakla oynarken yakalayıp haddini bildirdiniz. Her an bunu tekrar denememesi için miniğinizin yanında olabilecek misiniz?

-Yaptım cezamı da çektim.
İşte dayak atmanıza rağmen aynı hataları tekrarlayan çocukların (ki çoğu insan dayak arsızı der bu çocuklara) zihninden geçen bu. Çocuğun yaptığı hata hakkında düşünmeye, vicdan muhasebesi yapmaya, doğru yolu bulmaya çalışmak için hiçbir sebebi yok. Ben hata yaptım, cezamı çektim hesap  kapandı diye düşünecek sadece. Yani öğrenmeyecek.

-Demek ki biri istemediğim bir şey yaparsa ona vurabilirim.
Şiddet öğrenilir. Ve ne yazık ki çabuk öğrenilir. Siz bir şeyler öğretmek için çocuğunuza vurduğunuzda ufak bir şaplak bile olsa, o vurmanın bir iletişim yolu olduğunu öğrenecektir. Sürekli dayak yiyen çocuklarsa önce yaşıtlarına vurarak istediklerini yaptırmaya çalışır (bu arada dövemeyeceklerinin yayında isteklerini açıklamaktan korkar,çekinir) sonra büyür anne olduğunda çocuklarını döver, baba olduğunda hem çocuklarına hem de eşine şiddet uygulayabilir. Bu bir kısır döngü. Nesilden nesile kirli bir miras haline gelir sonunda da. Çünkü her dayak, insanın içine ileride ortaya çıkmak üzere bir intikam duygusu bırakır. Küçük bir çocukta bile.

Bir de annenin içinden geçenlere bakalım.
İlk öfke nöbetinin ardından karşısındakinin onun iş hayatını mahvetmek isteyen bir düşman değil, sadece yaramazlık yapmış küçük bir çocuk, üstelik de kendi kızı olduğunu anlayan Zeynep'in annesi bu kez pişmanlık duymaya başlar. Çoğu zaman çok da yüz vermek istemediğinden ufak ufak yaklaşmaya çalışır kuzusuna; “aman be yavrum ne yaptın bak gördün mü, nası da üzdün beni, gel bakayım acıyor mu bir yerin, aman artık olan oldu gel parka gidelim hadi”

İki dakika önce çocuğuna vuran anne, şimdi onu ödüllendirip gönlünü almak derdinde. Alın size muhteşem bir tutarsız tavır örneği.
Bu tablo dışarıdan bakınca hiçbirimizi memnun etmedi değil mi, gelin o zaman başa saralım filmi, hem de en başa. Yani kriz noktasından da önceye, o krizin ortaya çıkmasını engelleyerek.

1.Zeynep’in annesinin o haftasonu üzerinde çalışması gereken bir dosya var. Ama evde hafta boyunca onu özleyen bir de küçük kızı var. Çalışmaya başlamadan önce ufaklığa ayıracağı sadece yarım saattik kaliteli bir zaman çocuğun çok daha huzurlu olmasını sağlar. Böylece ufaklık da istenmeyen bir davranışla annesinin dikkatini çekmek zorunda hissetmez kendini.
2. Çocuğu olan anne babalar için çok basit bir tedbir. Eğer gerçekten çok önemli bir şey varsa onu çocukların ulaşamayacakları yerde tutun. Bu evi bir kurtarılmış bölge anlamına getirin demek değil. Elbet ufaklıklar da bazı şeylere dokunup bazı şeylere el sürmemeleri gerektiğini öğrenecek . Ama karşınızdaki bir çocuk bunu hiçbir zaman unutmayın. Çocuk olmak demek aslında hata yapa yapa öğrenmek demek. Kıymetli bir yüzüğünüzü çıkarıp sehpanın üzerinde öylece bırakmayın örneğin, eğer ufaklık onu camdan atarsa sizin de payınız olur bu hatada.

3.Ne siz mükemmel anne baba olabilirsiniz, ne ufaklık mükemmel çocuk. İşte o yüzden kriz anları için hazırlıklı olun. Gerçekten sabrınızın taştığı anda, uzaklaşmak en iyisidir. Herhangi bir adım atmadan önce, nefes almak, mola vermek sonradan pişmanlık duyacağınız şeyleri yapmanızı engeller. Sinir katsayınızın tavan yaptığı o anı atlattıktan sonra zaten mantıklı düşünmeye başlarsınız.
 “Bazen gözüm dönüyor, dayanamıyorum” diyen anne babaları anlamıyorum. İnsanın bazen patronuna da sabrı taşıyor, iki yumruk çakabiliyor musunuz o anda? Ya da küçük bir tokat, çok acıtmadan. Hayır değil mi? Neden çünkü kendinizi tutmanız gerekiyor, sonuçları ağır olabilir. Size karşılık verebilir, işten atabilir.
Ama söz konusu sizin çocuğunuz olduğunda böyle bir otokontrole gerek yok öyle mi? Çünkü ne karşılık verebilir ne de sizi anne babalıktan atabilir. Olmaz. Bunun bir çifte standart olduğunu farkındasınız değil mi. Ve emin olun, sizin çocuğunuz, patronunuzdan, sabır taşıran akrabalarınızdan, sizi çıldırtan arkadaşlarınızdan çok daha değerli. En az onlar kadar saygıyı hak ediyor…Hatta çok daha fazlasını..



Psikolog Irmak Gürcan KERİMOĞLU

Ankara/2012