Bir Sana, Bir Bana..

Kıvanç Çıplak- Demir Uluocak
Kucağınızdan inip ilk adımlarını atmak için çabaladığı an, miniğinizin hayatında sandığınızdan çok daha keskin bir dönüm noktası aslında. Siz sadece onun adım atmaya çalıştığını zannedersiniz, oysa ufaklık sizden ayrı bir birey olduğunu kanıtlama yolunda hızla ilerlemeye başlamıştır bile. Uzun lafın kısası artık sizin minik bebeğiniz de "ben" in farkına varmıştır..
Ayrı bir birey olmanın ilk şartı sınırları çizmektir. Miniğinizin sınır çizmekten anladığı çoğunlukla "hayır" demek olur. Hayır diyerek kendisiyle ilgili konularda sizin karar vermenize izin vermez, son sözü o söyler.
Söz konusu bir eşyasını, bir oyuncağını paylaşmak olduğunda bu hayır'ların dozu daha da artabilir.
Küçük çocuklar (özellikle 2-3 yaş dolaylarında) paylaşmayı hiç sevmezler çünkü bir başkasına verdikleri şeylerin geri gelip gelmeyeceğini bilmezler.Yani miniğinizi bencilliğe iten gerçek neden kaybetme korkusudur. Daha kendi dünyasını kurmaya yeni yeni başlamışken, o dünyaya ait olduğunu düşündüğü, benim dediği bir şeyi kaybetmek çocuğunuzu kaygılandırır.

Çevremizde hala paylaşmayı öğrenememiş yetişkinleri gördüğümüze göre paylaşmanın doğuştan gelen bir özellik olmadığı kesin. Yani birçok davranış gibi paylaşmak da zamanla öğrenilir. Bu noktada hatırlamakta fayda var, çocuk gelişiminde önemli olan söyledikleriniz değil, yaptıklarınızdır. Eğer ufaklık çevresini keşfetmeye başladığı andan itibaren anne babasından sürekli "dokunma, elleme" sözlerini duyduysa, parkta küreğini kovasını almak isteyen bir çocuğa tepkisi ortalığı birbirine katmak olacaktır. İşte o anda siz istediğiniz kadar anlayışlı bir anne olarak "ama tatlım, ver biraz da kardeş oynasın sonra da sana geri verir" deyin, bu güne kadar evinizin en küçük üyesiyle hiçbirşeyinizi paylaşmadınız, ondan paylaşmasını nasıl istersiniz?


O zaman yine aynamızı çıkaralım, kendimizdeki yanlışları bularak işe başlayalım.
Elbette evde ufaklığın dokunmasını istemeyeceğiniz, sizin için maddi ya da manevi anlamda kıymetli şeyler olcaktır. Yeni yeni yürüyen bir çocuğa neden onlara dokunmasını istemediğinizi anlatmak zaman zaman sancılı olabilir. Ve siz onu güzellikle ikna edemeyince son çare "yasak"lara başvurabilirsiniz. Oysa bir çocuk için yasak hem anlaşılması zor hem de çekicidir.
İşte bu nedenle 1-3 yaş arası biblolar, takılar, parfümler, makyaj malzemeleri çok ortalarda gezmese iyi olur. Böylece bebeğinize yeni yeni yasaklar koymanıza sebep olmazlar. Eğer ufaklık öyle kolay kolay kırılmayacak bir bibloya uzanıyorsa örneğin ona izin verin. En azından siz de yanındayken incelesin, merakını gidersin. Bibloyu ona uzatırken, "bu biblo benim ama alıp bakabilirsin, tabi sonra yerine koyman gerekiyor" dediğinizde mesajı da veriyor olacaksınız;
"Benim olanı seninle paylaşıyorum, insanlar bunu yapar, sonra da aldıklarını yerine koyar"

Çoğu zaman fark etmeden yapılan bir hata daha var. Ufaklık aslında ellememesi gereken birşeyi aldığında "aaa ver bakayım neymiş o" der ve elindekini kapıveririz. Sonra da puff.. Bir anda yok ederiz. Ne kadar akıllıca görünüyor değil mi? Çoğu zaman ne olduğunu anlamayan miniğimiz hele de dikkatini dağıtmayı başardıysak gidenin arkasından ağlamaz. Ama zihnine çok önemli bir not düşer;
"Anneme elimdekini verdim, yok oldu. Vermeseydim hala bende olacaktı. Demek ki kaybetmek istemiyorsan kimseye vermemelisin, anneye bile"
Özgürlüğünü ilan etme yolunda miniğiniz "benim" dediği herşeyin gerçekten onun olduğunu düşünür. Dolayısıyla sizin el çabukluğu marifet ortadan kaybettiğiniz çocuğunuzun gözünde ona aittir hatta onun bir parçasıdır.

Paylaşmak güzeldir ama insan herşeyini paylaşmak zorunda değil. Bunu unutmayın. Kimi giysilerini paylaşmaktan gerçekten hiç hoşlanmaz, kimi kitaplarını.. Ve insanlar bunu anlayışla karşılayabilir. Bu durum bebeğiniz için de geçerli. Her gece birlikte uyuduğu ayısını, bir gece de kuzenine vermek zorunda mı? Hayır.
Bu konuda siz de miniğinize saygı duymayı öğrenmelisiniz.
Çoğu zaman "tamam ayıcık sende kalsın, peki ona oynaması için arabalarından birini mi yoksa uçağını mı vermek istersin?" demek çoğu zaman sorunu çözer, üstelik bir taşla iki kuş vurmuş olursunuz. Çünkü seçenek sunmak son kararı çocuğunuzun vermesine olanak sağlar.
Böyle bir durumda diğer çocuğun anne babasına mahçup olmamak için sakın ha kendi çocuğunuzu zorlamaya ya da azarlamaya kalkmayın. Miniğiniz üzerine düşeni yaptı, ayıcığını değil ama bir başka oyuncağı paylaşmaya razı oldu. Sizin üzerinize düşen de onu bu olgun davranışı için takdir etmek, onu yüreklendirmek, misafirlere de ayıcığının onun için çok özel olduğunu ve bu konuda anlayış göstermeniz gerektiğini anlatmak..

Eve sık sık kuzenler,arkadaşlar, komşu çocukları geliyorsa, ya da kreşe oyuncak götürüp arkadaşlarla paylaşma günleri varsa ufaklıkla bir anlaşma yapma yoluna gidebilirsiniz. Oyuncakları beraber, paylaşılabilecekler ve paylaşılmayacaklar olarak ayırabilirsiniz mesela. Onun için gerçekten özel olanları paylaşılmazlar arasına koyun. Böylece paylaşmayı gerektiren durumlarda yaşanabilecek olası krizleri engellemiş olursunuz.
Tabi paylaşmanın tek yönlü olmadığını da unutmayın. Eşyalarını geri alamamaktan korkan miniğiniz başkalarının eşyalarını geri vermemek konusunda hiç de hassas olmayabilir. Böyle bir durumda geçiştirmek yerine eve getirdiği oyuncak bebeğin kendisine ait olmadığını, sahibinin onu merak edebileceğini anlatın ve en önemlisi eğer kendi bebeği kaybolsa nasıl hissedeceğini sorun.. Bir çocuğa empati yapmayı ne kadar erken öğretirseniz işiniz o kadar kolay olur..

Paylaşmak bazen de verdiğiniz şeyden vazgeçmeyi gerektirir. Oyuncak araba geri alınabilir ama söz konusu bir şekerleme ise geri alınamaz. İşte bu tür bir paylaşmayı öğretmek çok daha fazla emek gerektirir. Elinde zaten iki tane şeker olan bir çocuk neden birinden vazgeçmek zorunda olsun ki..
Evdesiniz, kendinize bir tabak kuruyemiş koydunuz, elinizde de sevdiğiniz bir kitap. Tam o anda eşiniz geldi sizin kuruyemiş tabağına elini daldırdı. "İçerde daha var,istiyorsan git kendine koy" demeden önce iki kere düşünün. O anda radarları açmış ne yaptığınızı aklınızın bir köşesine kaydeden biri var çünkü.
Ya da evde dünden kalan pasta var. Canınız çekti, siz söyleyince eşiniz de istedi. Baktınız ki tek bir dilim kalmış. Fedakarlık genlerimize işlemiş ya, o son dilimi eşimize, çocuklarımıza vermek için ikinci bir kez düşünmeyiz bile. Yapmayın. Bir dilimden, herkese birer çatal vermek, verirken de "bu kadar pasta kalmış, hadi gelin hepimize birer parça" demek ufaklığa olanı paylaşmak konusunda en güzel örnek olur..

Bazen sizin bir adım sonrasını düşünmeniz de işleri kolaylaştırır. Parka giderken uğradığınız bakkalda, miniğinize birkaç sakız da arkadaşları için almasını söylediğinizde elindeki tek sakızı paylaşmak zorunda kalmaz. Zaman zaman çocuğunu banka oturtup önce çikolatanı bitir, sonra arkadaşlarının yanına gidersin diyen anneler görüyorum. İnanın arkadaşlarla paylaşılarak yenen çikolata belki miktar olarak daha azdır ama inanın çok daha lezzetli gelir..
Bir çocuk sosyalleştikçe paylaşmayı daha çok öğrenir, paylaşmayı öğrendikçe daha çok sosyalleşir.
Yani sadece anne baba örneği yeterli değildir. Bir çocuk mutlaka yaşıtlarıyla zaman geçirmeli.Artık çoğu çocuk kardeşsiz büyüyor. O nedenle de arkadaşlarla geçirilen zamanın önemi daha da artıyor, bunu unutmayın..

Belki günümüzde bencillik insana daha çok kazandırıyor gibi gönünebilir, hatta bunu çocuklarına özellikle öğretmeye çalışan anne babalar olabilir. Ama unutmayın paylaşmak sadece vermek değildir.. Bazen tam da ihtiyacınız varken size uzanacak bir eldir..
 


Psikolog Irmak Gürcan Kerimoğlu
Ankara/2012

Kapalı Kapılar Ardında Tartışmak..

Doğdukları ilk andan itibaren miniklerimizin etrafında etten bir duvar örüyoruz sanki, aman üzülmesinler, hasta olmasınlar, kırılmasınlar, yorulmasınlar.. Onun için sokağa çıkarırken sıkı sıkı giydiriyoruz, çoğu zaman her istediklerini ikiletmeden yapmaya çalışıyoruz, huzursuzluklarımıza özellikle de karı-koca tartışmalarımıza şahit olmasınlar diye bin bir türlü yola başvuruyoruz. Zannediyoruz ki ufaklığın önünde değil de içerideki odada tartışırsak, ya da en iyisi hiç tartışmazsak bebeğimiz hiçbir şey anlamayacak, olumsuz etkilenmeyecek..
........ 
Keşke hiç tartışmasak, hiçbir konuda farklı fikilerde olmasak ne güzel olurdu değil mi?.. Ne ütopik bir hayal! Farklı ailelerde, farklı şartlarda yetişmiş bir kadın ve bir erkek aynı evde beraber yaşayacak ve her konuda su götürmez bir fikir birliği içinde olacak, elbette mümkün değil. Üstelik "tartışmak" sandığımız kadar kötü birşey de değil. Hakaret aşağılama dolu, bağıra çağıra yapılan, şiddetin herhangi bir türünü (fiziksel,psikolojik) içeren "kavga"lardan bahsetmiyorum elbette..





Öncelikle tartışmanın ne olduğunu ve ne işe yaradığını konuşalım.Tartışma aslında bir iletişim yöntemidir. Var olan bir sorunu çözmenin yoludur. Tartışmayı bilen insanlar küçük sorunları biriktirmez o yüzden da daha büyük patlamalar yaşamazlar. İmalara, laf sokmalara ihtiyaç duymazlar. Hatta çoğu zaman evlilikleri kurtarır tartışmayı bilmek. Bazı evliliklerse biter çünkü eşlerin tartışmak için bile birbirlerine ilgisi kalmamıştır.
......
O zaman madem tartışmak kaçınılmaz, ikinci bir sorun var önümüzde. Çocukların önünde tartışmalı mıyız, tartışmamalı mıyız?
Bu soruya verilecek iki yanıtım var.
Eğer tartışmayı biliyorsanız; evet! Çocukların önünde tartışın ve sorunlarınızı çözün.
Eğer her tartışmanın sonunda "sen zaten böylesin beni hiç anlamıyorsun" lar çıkıyorsa ağzınızdan, ağlama nöbetleri yaşanıyorsa, eşiniz sinirlerine hakim olamayıp bağırmaya başlıyor ya da ortamdan kaçıyorsa, günlük bir sorunu çözmeye çalışırken "sen zaten bana böyle yapmıştın, vakti zamanında annen bana şunu demişti"lere geliyorsanız, çocuğun önünde tartışmayın.
Önce tartışmayı öğrenin!
........
Bir dizi vardı televizyonda, karı koca ne zaman bir fikir ayrılığına düşse, "mutfak"ta buluşuyordu. O dönem bu adeta bir fenomen oldu. Mesaj netti; eğer bir sorun varsa aman ha çocukların önünde çözmeye kalkmayın, onların gözüne sokarak da olsa ortamdan ayrılın, sonra da gelin ve hiçbir şey olmamış gibi davranın.
Bu mesaj net olduğu kadar yanlıştı da..
Siz ister yan odaya geçin, ister ufaklığın uyumasını bekleyin eğer ortamda bir gerginlik varsa minik bebeğinizin dikkatinden kaçmayacaktır. Çünkü ne kadar rol yapmaya çalışsanız da, ufaklık genetik becerisi sayesinde sanki alnınızdan okuyormuşcasına sizin, sinirli, gergin, üzgün ya da mutlu olduğunuzu anlıyor.
Sorunların tartışılırak çözüldüğünü gören çocuklar bu gerginlikten çok daha az etkileniyor!

Evde yaşanan olası bir gerginlik mutlaka ama mutlaka çocuğu etkiler. O gün işte canınız sıkıldı eve sinirli geldiniz, mutfağa girdiniz yemek hazırlamak için, kocanız da salondaki tahtına kuruldu, televizyon karşısında. Nihayetinde siz de onun gibi bütün gün işteydiniz. Ama anlayan kim. Sanki sadece o çalışıp yoruluyor. Çoğumuz bu durumda ne yaparız, hiçbir şey! Kendi kendimizi doldurarak yemek hazırlamaya devam ederiz. Asık suratla sofraya otururuz, ufaklık anlamasın diye sahte gülümsememizi takınırız. Sonra bir an aslında normalde bizi o kadar da kızdırmayacak birşey bardağı taşırır. "Beni anlayan yok zaten" ya da benzer bir cümleyle taşı atarız havaya, artık kimin başına çarparsa. Ama onun da devamı gelmez. Çocuk var ya evde, yine susarız. Sadece soğuk soğuk rüzgarlar eser. Ve o rüzgarda en çok çocuklar üşür.
Bu senaryoyu bir de şöyle yazalım.
Gün kötü geçti, sinirlisiniz. Ama bunun sorumlusunun evdekiler olmadığının da farkındasınız. Eşiniz tahtında salonda televizyon karşısında. Yanına gittiniz.
-Bugün benim için kötü bir gündü. En az senin kadar yorgun ve biraz da sinirliyim. Bana yardım etmeni istiyorum. Üstelik sadece bugün için de değil. Bence akşamları iş bölümü yapalım, ben yemekleri hazırlayayım, sen de sofrayı kur.
-İki dakika haberlere bakacaktım. Zaten sofra kurmayı da sevmiyorum bilmiyor musun.
-Gerçekten yardıma ihtiyacım var. 
-Tamam o zaman salata yaparım
-Bak o olur, anlaştık.
.........

Şimdi bu iki senaryoya bir de çocuğun gözünden bakalım.
İlk davranış halinde çocuğun aklından geçenler (inanın bunları düşünmeye sizin sandığınızdan çok daha erken başlıyorlar, hatta daha anlamaz dediğiniz yaşlarda): Ortamda bir gerginlik var. Acaba neden? Benim yüzümden mi? Yoksa artık beni sevmiyorlar mı? Annem gider mi? Babam kızar mı? vs. vs. vs..

İkinci davranış halinde çocuğun aklından geçenler: Ortamda bir gerginlik var. Acaba neden? Annem işte bugün yorulmuş, babamın yardım etmesini istiyor. Tamam babam da kalktı salata yaptı. Tehlike yok. Kaldığımız yerden mutlu bir aile olmaya devam edebiliriz. Hee bu arada, ben de arada anneme yardım etsem iyi olabilir.
..........

Sadece karı koca arasında değil, zaman zaman çocuğunuzla da sorunlarınız olabilir. "Ben öyle istiyorum,öyle yap" demek kısa vadede hızlı, uzun vadede sorunlu bir yöntemdir. Çocuğunuzla da tartışın. Yaşına uygun bir yolla, nedenleri anlatarak ve en önemlisi de kendi hislerinizin üzerinde durarak.Genelleme yapmak yerine o an yaşanılan sıkıntıya odaklanarak. "Sen hep böyle yapıyorsun" yerine, "Bunu yaptığında ben kötü hissediyorum" diyerek..
...........
Çocuklar ortada bir sorun varsa çoğunlukla kendilerinden kaynaklandığını düşünme eğilimindedir. Bu ufaklıkların duygularınızı anlama konusunda akıl almaz bir yetenekleri var ama nedenlerini anlamak konusunda da bir o kadar yeteneksizler. İşte o nedenle günlük rutindeki çözüm getiren tartışmalarımız onlara nedenleri ve çözümleri anlamaları konusunda yardımcı olur.

Bu arada önemli bir uyarı; kesinlikle çocukla ilgili tartışmaları onun önünde yapmayın!

Bu ona tutarsızlık mesajı verir, üstelik disiplin konusundaki zayıf noktalarınızı da açık eder.
...........

Artık biliyoruz ki, söylediklerimizden çok yaptıklarımızı öğreniyor çocuklar. Eğer sizin minik bebeğiniz parkta kovasını sormadan alan bir başka çocuğun üstüne saldırıyorsa, ısırıp, vurmaya başlıyorsa hemen aynanızı çıkarın ve kendinize bir bakın. Siz hoşlanmadığınız durumlarla, sizinle aynı fikirde olmayan insanlarla, sorunlarla nasıl baş ediyorsunuz?
Unutmayın, sık sık ve çözümsüz gerginlikler, kapalı kapılar arkasındaki kavgalar minik bebeğinizi tedirgin ve huzursuz eder.. O yüzden açın kapıları..
 


Psikolog Irmak Gürcan Kerimoğlu
Ankara/ 2012