Önce uzlaşalım, dayak cennetten çıkmamıştır, kızını
dövmeyen dizini dövecek diye bir kural yok, öğretmenin vurduğu yerde de gül mül
bitmez.. Bunları söyleyip yıllarca 'dayaksever'lere mazeret üreten atalarımız da
halt etmişler. Eğer bir çocuğunuz varsa, onun sağlıklı, kendine güvenen bir birey olmasını
istemiyorsanız, amacınız hem ufaklığın hayatını hem de kendi hayatınızı çekilmez
hale getirmekse o zaman bu mazeretlere sarılın. Çünkü bir çocuğu eğitememenin,
hiçbir şey öğretememenin en kolay yoludur dayak..
Dayak nedir?
Fiziksel bir şiddet. Evire çevire pataklamak girmez sadece
bu tanımın içine, bir tokat, popoya bir şaplak, kola bir çimdik. Hepsi çocuğun
fiziksel bütünlüğüne bir müdahaledir. Tamam çocuk sizin çocuğunuz, ama sizden
ayrı bir birey ve kendi bedeni üzerinde hakları var. Eğer dayak atıyorsanız
öncelikle çocuğunuzun kişisel haklarına saldırıyorsunuz demektir.
Dayağın tanımını yaptığımıza göre gelelim şimdi sizi dayak
atacak noktaya getirecek durumların ne olduğunu bulmaya. Ufaklıklar bazen
gerçekten bir sabır testi haline dönüşebiliyor. Yapma dediğinizi sadece inat
için gözlerinizin içine baka baka ve hatta gülerek yaptığı olmuştur mutlaka. Ya
da tüm uyarılarınıza rağmen kendisini tehlikeye atıyor olabilir. İşte bu
anlarda önünüzde iki tercih var. Ya çocuğunuzu yakalar şöyle bir iki pataklar,
o an için davranışı durdurur ve fiziksel olarak rahatlarsınız ya da kendinizi
kontrol etmeyi başarır vurmak yerine başka bir yol bulursunuz. Gelin bu iki
tercih arasındaki farkı günlük hayatta yaşanması muhtemel bir olay üzerinden
hem anne hem de çocuğun gözünden bulalım..
Bizim hikayemizdeki ufaklığın adı, Zeynep olsun. Zeynep 2-2 buçuk yaşlarında.
Yani tam da kişiliğini bulma, anne babasından ayrı bir birey olduğunu kanıtlama
çabasında. Bu aralar olur olmaz her şeye sürekli inat ediyor. Ne yiyeceğinden
tutun da, sokağa çıkarken giyeceği ayakkabıya kadar her konuda işi kendini
yerlere atıp ağlamaya getiriyor. Ne istediğini bilmez bir halde aslında.
Eskiden oynamayı sevdiği oyuncağını şimdi öfkeyle yerden yere vuruyor. Sanki sürekli
huzursuz.
Zeynep’in annesi ise çalışan bir anne. Sabah gidip akşam
geliyor, eşi de öyle pek halden anlayan yardım için çırpınan bir koca/baba
değil. İş dönüşü yemek hazırlamak sofra kurmak, kaldırmak, Zeynep’i yatırmak
annenin görevi. Haftasonları da evin diğer işleriyle uğraşıyor. Kendine pek
zaman ayırabildiğini söyleyemeyiz.
Günlerden pazar. Zeynep’in annesi o haftasonu işle ilgili
bir dosya üzerinde çalışmak zorundaydı ama nihayet bitirdi. Şimdi biraz
dinlenebilir. Kendine bir kahve yaptı. Zeynep de salonda televizyon karşısında
çünkü bugün annesiyle her oynamak istediğinde annesi çalıştığı için onu televizyona
yönlendirdi. Kapı çaldı. Anne kahveyi
sehpanın üzerine bırakıp kapıyı açtı. Salona döndüğünde ise Zeynep’i fincanın
içindeki kahveyi çalıştığı dosyanın üzerine dökerken buldu. “Yapma” diye
bağırdı ama yetişip elinden alıncaya kadar küçük kız gözlerinin içine bakarak
bütün bardağı boşalttı.
Bu noktadan sonra iki farklı senaryomuz var..
İlki..
Zeynep’in annesi bardağı küçük kızının elinden alır, o kadar
sinirli ve çaresizdir ki, dayanamaz kızına -ama sadece poposuna- birkaç tane vurur. Bir yandan da bağırır. “Sen ne yaptın, bütün emeklerimi mahvettin, ben şimdi ne yapacağım, başımın belası, ne biçim bir çocuk oldun böyle”. Dayak yiyen Zeynep de salonun ortasında kendini yere atıp avazı çıktığınca ağlamaya başlar. Annesi bir yandan dosyayı temizlemeye çalışır bir yandan ağlamayı kesmesi için kızına bağırır.
Çoğumuz kendimizi böyle bir durumda o annenin yerine
koyabiliyoruz değil mi. Bir eksik ya da bir fazla. Ama acaba tüm bunlar
yaşanırken, Zeynep’in aklından neler geçiyor?
Bir kere bu örnekte birden çok yanlış var. Evin
sorunluluğunu tek başına yüklenmeye çalışan üstelik de çocuğu iki yaş sendromu
yaşayan bir çalışan anne. Sabırlı olması güç. İlgi isteyen küçük kızına
ayıracak zamanı ya yok ya çok sınırlı. İletişimde ve sevgide doyuma ulaşmamış
bir çocuk. Bu nedenle “kızmak” da olsa annesinden bir tepki almak ilgi
çekmek için istenmeyen davranışları tekrarlıyor. Neyse konunun dışına
çıkıyoruz. Gelelim Zeynep’in dayak ve sonrasında aklından geçenlere, aldığı
mesajlara..
1.Bu dosya annemle oynamamı engelledi.
2.Eğer bu dosyayı ortadan kaldırırsam annem bana kalır.
3.Acaba bu bardaktakini onun üstüne döksem annem ne yapar?
4.Bak annem benimle ilgilenmeye başladı, yapma dedi,
yaparsam ilgilenmeye devam eder.5.Bana vurdu,canım acıdı,öfkeliyim.
Çocukların dayak yedikten sonra uzun uzun ağlamalarının
sebebi sadece canlarının acımasıdan mı sanıyorsunuz? Hayır. Onlar tam olarak
anlamlandıramasalar da, hakarete uğradıkları, gururları incindiği için o kadar
içten ağlıyorlar. Biraz sakinleştikten sonra da tıpkı bizler gibi durum
değerlendirmesi yapmaya başlıyorlar.
-Bunu bir daha annem ya da babam buradayken yapmamalıyım.
Bakın “bunu bir daha yapmamalıyım” demiyorum. “Annem ya da
babam buradayken yapmamalıyım" diyorum. İşte çocuğun dayakla aldığı tek mesaj budur. Çünkü yaptığının
gerçekte yanlış olup olmadığını bile anlamamıştır aslında. Tek bildiği bu
davranışın anne ya da babasını sinirlendirdiğidir. Dolayısıyla çocukta bir iç
kontrol mekanizması oluşmaz. O hatalı davranışı bir daha tekrarlamaması
gerektiğini içselleştirmez. Yani siz ortalarda olmadığınız bir anda mutlaka ama
mutlaka tekrar yapacak. Eğer bu onu tehlikeye atacak bir davranışsa ne
yapacaksınız? Örneğin ocakla oynarken yakalayıp haddini bildirdiniz. Her an
bunu tekrar denememesi için miniğinizin yanında olabilecek misiniz?
-Yaptım cezamı da çektim.
İşte dayak atmanıza rağmen aynı hataları tekrarlayan çocukların
(ki çoğu insan dayak arsızı der bu çocuklara) zihninden geçen bu. Çocuğun
yaptığı hata hakkında düşünmeye, vicdan muhasebesi yapmaya, doğru yolu bulmaya
çalışmak için hiçbir sebebi yok. Ben hata yaptım, cezamı çektim hesap kapandı diye düşünecek sadece. Yani
öğrenmeyecek.
-Demek ki biri istemediğim bir şey yaparsa ona vurabilirim.
Şiddet öğrenilir. Ve ne yazık ki çabuk öğrenilir. Siz bir
şeyler öğretmek için çocuğunuza vurduğunuzda ufak bir şaplak bile olsa, o vurmanın bir iletişim yolu olduğunu öğrenecektir. Sürekli dayak yiyen
çocuklarsa önce yaşıtlarına vurarak istediklerini yaptırmaya çalışır (bu arada
dövemeyeceklerinin yayında isteklerini açıklamaktan korkar,çekinir) sonra büyür
anne olduğunda çocuklarını döver, baba olduğunda hem çocuklarına hem de eşine
şiddet uygulayabilir. Bu bir kısır döngü. Nesilden nesile kirli bir miras
haline gelir sonunda da. Çünkü her dayak, insanın içine ileride ortaya çıkmak
üzere bir intikam duygusu bırakır. Küçük bir çocukta bile.
Bir de annenin içinden geçenlere bakalım.
İlk öfke nöbetinin ardından karşısındakinin onun iş hayatını
mahvetmek isteyen bir düşman değil, sadece yaramazlık yapmış küçük bir çocuk,
üstelik de kendi kızı olduğunu anlayan Zeynep'in annesi bu kez pişmanlık duymaya başlar.
Çoğu zaman çok da yüz vermek istemediğinden ufak ufak yaklaşmaya çalışır
kuzusuna; “aman be yavrum ne yaptın bak gördün mü, nası da üzdün beni, gel
bakayım acıyor mu bir yerin, aman artık olan oldu gel parka gidelim hadi”
İki dakika önce çocuğuna vuran anne, şimdi onu ödüllendirip
gönlünü almak derdinde. Alın size muhteşem bir tutarsız tavır örneği.
Bu tablo dışarıdan bakınca hiçbirimizi memnun etmedi değil
mi, gelin o zaman başa saralım filmi, hem de en başa. Yani kriz noktasından da
önceye, o krizin ortaya çıkmasını engelleyerek.
1.Zeynep’in annesinin o haftasonu üzerinde çalışması gereken
bir dosya var. Ama evde hafta boyunca onu özleyen bir de küçük kızı var.
Çalışmaya başlamadan önce ufaklığa ayıracağı sadece yarım saattik kaliteli bir zaman çocuğun
çok daha huzurlu olmasını sağlar. Böylece ufaklık da istenmeyen bir davranışla
annesinin dikkatini çekmek zorunda hissetmez kendini.
2. Çocuğu olan anne babalar için çok basit bir tedbir. Eğer
gerçekten çok önemli bir şey varsa onu çocukların ulaşamayacakları yerde tutun.
Bu evi bir kurtarılmış bölge anlamına getirin demek değil. Elbet ufaklıklar da
bazı şeylere dokunup bazı şeylere el sürmemeleri gerektiğini öğrenecek . Ama
karşınızdaki bir çocuk bunu hiçbir zaman unutmayın. Çocuk olmak demek aslında
hata yapa yapa öğrenmek demek. Kıymetli bir yüzüğünüzü çıkarıp sehpanın
üzerinde öylece bırakmayın örneğin, eğer ufaklık onu camdan atarsa sizin de
payınız olur bu hatada. 3.Ne siz mükemmel anne baba olabilirsiniz, ne ufaklık mükemmel çocuk. İşte o yüzden kriz anları için hazırlıklı olun. Gerçekten sabrınızın taştığı anda, uzaklaşmak en iyisidir. Herhangi bir adım atmadan önce, nefes almak, mola vermek sonradan pişmanlık duyacağınız şeyleri yapmanızı engeller. Sinir katsayınızın tavan yaptığı o anı atlattıktan sonra zaten mantıklı düşünmeye başlarsınız.
“Bazen gözüm dönüyor, dayanamıyorum” diyen anne babaları anlamıyorum. İnsanın bazen patronuna da sabrı taşıyor, iki yumruk çakabiliyor musunuz o anda? Ya da küçük bir tokat, çok acıtmadan. Hayır değil mi? Neden çünkü kendinizi tutmanız gerekiyor, sonuçları ağır olabilir. Size karşılık verebilir, işten atabilir.
Ama söz konusu sizin çocuğunuz olduğunda böyle bir otokontrole gerek yok öyle mi? Çünkü ne karşılık verebilir ne de sizi anne babalıktan atabilir. Olmaz. Bunun bir çifte standart olduğunu farkındasınız değil mi. Ve emin olun, sizin çocuğunuz, patronunuzdan, sabır taşıran akrabalarınızdan, sizi çıldırtan arkadaşlarınızdan çok daha değerli. En az onlar kadar saygıyı hak ediyor…Hatta çok daha fazlasını..
Psikolog Irmak Gürcan KERİMOĞLU
Ankara/2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder